Elif Şafak, ‘Firarperest’ adını verdiği yeni kitabını bu hafta yayınladı Doğan Kitap’tan. Ben de bir Elif Şafak okuru olarak ilk iş kitabı aldım büyük bir özenle. Kutlukhan Perker’in çizimleriyle renklenen Firarperest’te birbirinden farklı konulara değinen yazar, keyifle okunacak bir kitap yazmış yine. Kitabı henüz bitirmedim ama özellikle kitabın içerisindeki ‘Düz Mantık İnsanları’ başlığıyla kaleme aldığı yazı, çok hoşuma gitti. Paylaşmadan edemedim, keyifle okumanız dileğiyle…

“Burçlara inanmanın yaşı yok. Bir bakmışsınız, genç insanları da çekiyor bu kadim merak, orta yaşlıları da. Fal baktırmanın da yaş haddi yok. Bu öyle bir konu ki her yaştan, her kafadan insanı cezbedebiliyor. 17 yaşında bir genç kızın da, 80’lerinde bir anneannenin de kahve yahut el falına baktırmak için her zaman bir sebebi vardır. Burçlara ve fallara ilgi göstermenin yaş sınırlaması yok, ama cinsiyet sınırlaması var galiba. Batıl inanışların dünyası öyle bir dünya ki orada kadınlarla erkeklerin yolları aniden ayrılıveriyor.

Burçlara neden daha çok kadınlar inanır dersiniz? Falcılara niçin en çok kadınlar gider ve nasıl olur da birbirlerine doktor tavsiye eder gibi falcı tavsiye ederler? Hiçbir erkeğin yeni tanıştığı bir erkeğe “Pardon, acaba burcunuz Başak ya da Aslan olabilir mi?” diye sorduğuna tanık oldunuz mu? Ya da diğer erkeğin aynı muhabbeti sürdürerek “Aa, yükselen burçlarımız uyuşuyormuş, demek ki iyi anlaşacağız” sonucunu çıkarttığını düşünebiliyor musunuz? Peki ya kendi çocuklarının burçlarını bilen bir baba tanıyor musunuz? Her iki sorunun cevabı da (yüzde yüz olmasa da, yüzde doksan dokuzlarda): Hayır.”

Öyleyse nedir bu derin farkın sebebi? Nereden kaynaklanmakta kadınlarla erkekler arasındaki “akılcılık” uçurumu? Nasıl oluyor da erkekler hep mantıklı görünmek, akılcı konuşmak, düz mantık çizgisinde demir atmak durumundayken kadınlar rasyonalite-dışı alanlara diledikleri gibi kanat takıp uçabiliyorlar? Fala, burçlara ve batıl inançlara inanmak acaba bir zayıflık ve hayat karşısında çaresizlik belirtisi mi, yoksa tam tersine bir bilgelik göstergesi mi? Zayıf insanlar mı inanır falcılığa, yoksa hayatın kuru mantıktan ibaret olmadığını bilecek kadar bilgi olanlar mı?

Kadınların akıldışı bilgi kaynaklarına, erkeklerinse hep akıl ve mantık çizgisine yakın durdukları bir dünyadır yaşadığımız. Ama genellemelere hiç uymayanlar da var muhakkak. Aklı ve düz mantığı şiar edinen kadınlar var mesela. Ve sizlere bahsetmek istediğim kadın, bunların en tanınmışlarından Ayn Rand.

Öyle bir yazar ki Ayn Rand, dünya üzerinde bugün hangi ülkeye giderseniz gidin sayısız hayranına rastlarsınız. Romancı, deneme yazarı, oyun yazarı ve bir filozof. Dünya edebiyatının hakkında en çok konuşulan, en çok takipçisi bulunan ve en çok nefret edilen ilk beş yazarı arasına rahatlıkla girer.

1905’te Sen Petersburg, Rusya’da doğdu. 1926’da ABD’ye geldi. Cebinde az biraz para ve yüreğinde derin bir “kendini yeniden var etme” arzusuyla. Ve bir daha anavatanına dönmedi, ailesini görmedi. Geçmişi ile geleceğini keskin hatlarla ayırdı. Ateşli bir komünizm karşıtı ve bir o kadar ateşli bir kapitalizm yanlısıydı. Oyuncu Charles Francis O’Connor ile evlendi. Bir süre Hollywood’da düşük bütçeli metin yazarlığı yaptı. Ta ki 1943’te Hayatın Kaynağı adlı yapıtıyla büyük bir çıkış yakalayana kadar. Ardından en önemli eseri olan Atlas Vazgeçti geldi. İnsanın, hayatındaki tüm değerleri kendi düz mantığını kullanarak seçmesi gerektiğine inandı. Bireyin devlet ve toplum karşısındaki haklarını savunup, hükümetlerin bireylerin hayatına müdahale etmesine karşı çıktı. “Hiç kimse kendi beynini, bir başkasının yerine düşünmek için kullanamaz. Vücudun ve ruhun bütün işlevleri bireysel ve özeldir. Paylaşılmaz ve devredilemezler” diyordu. Ayn Rand öyle bir kadındı ki sadece toplumların değil, sadece bireylerin değil, sevginin ve hatta aşkın temelini de mantık ve akıl olarak görüyordu. “İyi bir evliliğin sırrı nedir?” diye sorsanız, ”Mantıklı seçim yapmak” diye cevap verirdi.

Hayatı boyunca kolay kolay falcıya gitmeyecek bir kadın görüntüsü sergiledi. Ayn Rand ile oturup bir çok şey konuşabilirdiniz: politika, sosyoloji, ekonomi, siyaset felsefesi, Batı medeniyetleri tarihi… Ama burçlar ya da batıl inançlar üzerine konuşabileceğini, böyle bir konuya itibar edeceğini düşünmek zor.

Pek çok romancının aksine sadece kurgusal  kitaplar değil, bir düşünce ekolü bıraktı geride. Bugün sevenlerinin de, sevmeyenlerinin de bu kadar çok olması tesadüf değil. Çelişkilerle doluydu. Liberal düşüncenin savunuculuğunu yaparken, bireysel hayatında totaliterdi. Kendi gibi düşünmeyen herkesi dışlayıp aşağılayabilirdi. Teoride bireysel özgürlükten ve eleştirel düşünceden yana oldu. Ama işin aslı, eleştirilmekten hiç hoşlanmazdı. Köşeli bir kadındı. Kansere yakalandığında kimsenin bunu duymasını istemedi. Her zaman güçlü görünmek istediğinden ve her şeyin beyin tarafından yönlendirildiğine inandığından, hastalığını bir “düşünsel zaaf” gibi algıladı. Aklı ve mantığıyla kanseri yenebileceğine inandı. İşin ilginç yanı yendi de. Ölümü çok sonra kalp krizinden olacaktı. Sıradışı bir insandı… Sıradışı bir kadın.

Hayatın bir görünen yüzü var; dokunulan, maddeden ve mantıktan ibaret olan. Bir de görünmeyen yüzü var; alametlerle ve “tesadüfler”le örtülü, gizemli boyutu. Kadınlarla erkekler arasında, işte bu ikinci boyutu kavrama hususunda büyük fark var. Ama kadınların kendi aralarında da bir bölünmüşlük söz konusu. Ayn Rand gibi hatunları unutmayın. Onlar her yerde; siyasette, akademide, bürokraside… Her kadınla burç muhabbeti yapamazsınız.”

Ekin Türkantos