Selahattin Pınar 22 Ocak 1902’de Altunizade‘de doğdu.

Yüksek Ticaret ve İktisat Mektebi müderrislerinden eski Denizli Milletvekili Sadık Bey ile İsmet Hanım‘ın oğluydu. İlkokul ve ortaokulu babasının kadı olarak tayin edildiği Denizli’nin Çal ilçesinde, Saros adasında ve Edirne’de okudu.

Amatör olarak ud çalan annesinin etkisiyle on iki yaşında uda başladı.

1918’de ailesiyle İstanbul’a geldi.

Udi Sami Bey‘den ders aldı.

Anadolu kulübünde uzun süre sağ açık olarak futbol oynadı.

Sonra İtalyan Ticaret Mektebi’ne başladı.

Öğrenimini yarıda bırakarak kendini tamamıyla müziğe verdi.

Okulu bırakması, hukukçu olmasını isteyen babasını çileden çıkarmıştı.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Denizli’den her hafta insanlar geliyor, sofralar kuruluyor. O sofralardan birinde amcam da var. Fakat direk sorulmuyor sorular. O zamanın terbiye öğretisi öyle. Bilene soruyorlar, ‘Üstadım, hocam, Selahattin nasıllar?’. Dedem de pusu kurmuş bekliyor böyle bir soru sorulsun diye. Çünkü o da laubaliliği olup, amcamın babaannemden ud dersleri alıp, çok da güzel sesi var, şarkı söylediğini filan duyuyor ama bu konudaki itirazlarını seslendirmiyor, ortam bekliyor. Ve orda beklenen cevabı veriyor: ‘Selahattin çalgıcı oldu’. Derhal ayağa fırlıyor amcam, ve ‘Babacığım rica ederim, ben çalgıcı değilim, sanatkarım’. Tabi buz gibi bir hava esiyor. Ve dedem ‘Hastır’ deyince kalkıyor, iskemleye asılı olan kapıya geliyor, ve ‘Babacığım bir gün gelecek benim adımla anılacaksınız’. Gaz lambasını atıyor dedem. Yangını söndürüyorlar. Amcam gidiyor. Gidiş o gidiş.”

Bu kavgayla evden ayrılan Selahattin Pınar 1919’da udu bırakıp tambura yöneldi.

1920’de, daha sonra Üsküdar Müsiki Cemiyeti adını alacak olan Darü’l Feyz-i Musiki‘nin kurucuları arasında yer aldı.

Üsküdarlı Hoca Bestenigâr Ziya Bey, ünlü neyzen Yusuf Paşa‘nın oğlu Enderuni Celal Bey, Kaşıyarık Hüsamettin Bey, Muallim Kâzım Bey (Uz), Ali Rıfat Bey (Çağatay) gibi dönemin ünlü musiki ustalarıyla birlikte çaldı, söyledi.

Eşlik sazendeliği dışında, hanendelik de yaptı.

O yıllarda piyasada çalışmaya başladı.

İstanbul’un gözde gazinoları ile saz salonlarının en çok sevilen besteci ve icracılarından biriydi artık.

İşte o günlerde karşılaştı Afife Jale‘yle. Sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadınıyla…

Afife, orta halli bir ailenin kızı olarak 1902 yılında İstanbul’un Kadıköy’de doğdu.

Babası Hidayet Bey’di. Annesi ise Methiye hanım. Dedesi Doktor Sait Paşa’ydı.

İstanbul Kız Sanayi Mektebi’nde okudu.

Daha okurken aklında tiyatro vardı.

Müslüman kadınlara yasak olan tiyatro…

Selim İleri – Yazar

“Afife Jale Osmanlı imparatorluğunun son döneminde okur-yazar, hatta okur yazar olmanın ötesinde kültürlü ve belli bilgi birikimine sahip bir aileden geldiğini eldeki ender bulgulardan fark edebildiğimiz bir insan. Onun, Türk toplumundaki, Osmanlı Türk toplumundaki önemli yeri de zannediyorum ki sonu yıkımla mahkum olan bir takım acı maceraları göğüsleyebilecek kadar öncü oluşu. Tabi bir de ayrıca cinsiyet açısından kadın olması da bu öncülüğünde çok önemli bir şey.”

Afife’yi daha çocukken seyrettiği piyesler ve bir iki sinema filmi oldukça etkilemişti.

10 Kasım 1918 günü Darülbedai’ye beş kızla birlikte talebe olarak kabul edildi. Diğerleri, Beyza, Refika, Behire ve Memduha’ydı.

Afife ve Refika hariç öteki kızlar daha fazla dayanamadı ve sahneye çıkamayacaklarını düşünerek tiyatroyu bıraktılar.

Aynı yılın 18 Aralık günü Refika suflör, Afife de “mülazım artistlik” (stajyer oyuncu) kadrosuna alındı.

Afife bir yıl süreyle bütün provalara devam ettiyse de sahneye çıkamadı.

O dönemde aile ocağından koptu.

Kopuş nedeni elbette tiyatroya olan tutkusuydu.

Dönemin koşullarında babası Hidayet bey“benim Afife diye bir kızım yok” diyerek onu reddetmiş hatta ona fahişe gözüyle bakmıştı.

O da evi terk etti. Darülbedai zaten maaşını vermeye başlamıştı.

Annesi Methiye hanımdı tek desteği o günlerde.

İki kardeşi de İstanbul dışındaydı.

Behiye evliliği yüzünden, abisi Salâh da işinden dolayı.

Selim İleri – Yazar

“Aileden koptuğu düşünülemez Afife Jale’nin. Sonuna kadar aileyle bağı devam ediyor. Sonuçta aile hem tiyatrocu olması dolayısıyla ona karşı yadırgayıcı da yaklaşım göstermiş ama sonuna kadar onu bırakmamış. Çünkü en düşkün zamanlarında da yine erkek kardeşinin evinde kalıyor. Tabi aile herhalde, mecburi olarak biraz uzak durmakzorunda kalmış. Fakat sonuna kadar koruduklarını zannediyorum.”

1919 yılının 13 Nisan gecesi premieri yapılacak olan, Hüseyin Suat’ın “Yamalar” adlı oyununda, Emel rolü, Eliza Binemeciyan’ın Paris’e gitmesiyle ortada kaldı.

Darülbedayi yöneticileri ister istemez rolü Afife’ye oynatma kararı verdi.

Sahne ismi olarak Afife, “Jale”yi seçti.

Yani “Çiğ Damlası”

Böylelikle Afife, 22 Nisan gecesi, Kadıköy’deki Apollon Sineması’nda (sonraki Hale ve daha sonraki Reks) Emel rolünü oynayarak sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını oldu.

Üzerine kırmızı bir elbise ayağında da beyaz bir çorapla, beyaz bir iskarpin vardı.

Henüz 18 yaşındaydı.

Selim İleri – Yazar

“Afife’nin oyunculuğu hakkında bir şey söylemek çok zor. Çünkü ne bir belge kalmış ne bir şey kalmış. Tabi o zaman sinema yok, film yok, televizyon yok. Ama anlaşıldığı kadarıyla fazla duygusal bir oyuncu. Kendini çok fazla rolüne kaptırtan oyunculardan birisi. Yani belli bir sahne empatisi içerisinde yaşamış olması muhtemel. Çünkü biraz da kendi sözlerinden çıkartabiliyoruz bunu. Fazlasıyla öyle bir insan oluyor ve kendini unutabiliyor. Ve çok iyi bir oyunculuk örneğidir. Bugünün anlayışıyla belki fazla iyi bir oyunculuk değil ama o insanın coşkusunu anlamamız açısından önemli bir şey tabi.”

Afife o gece yaşadıklarını daha sonra Refik Ahmet Sevengil‘e şöyle anlatacaktı;

“Hayatımda mesut olduğum ilk gece…Sanatın ruhuma verdiği güzel bir sarhoşluk içindeyim. O piyeste güzel bir sen (scene) vardır, orada taşkın bir saadetle ağladım ağladım. Sahiden ağladım. Alkış, alkış, alkış. Perde kapandı. Bana çiçekler getirdiler. Muharrir Hüseyin Suat Bey kuliste bekliyormuş, ben çıkarken durdurdu, alnımdan öptü. ‘Bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı, sen işte o fedaisin!’ dedi.”

O gece tiyatroya gelen zaptiyeler, tiyatro yöneticilerine bir uyarıda bulundularsa da Afife bir hafta sonra da “Tatlı Sır” oyunuyla tekrar sahnedeydi.

Zaptiye bu defa Afife’yi tutuklamak istedi.

Kınar Hanım tarafından arka bahçeye kaçırılarak kurtarıldı.

Üçüncü piyesi olan Ahmet Nuri Bey’in “Odalık” oynanırken polis bu defa tiyatroyu bastı.

Afife Jale bu kez de makine dairesinden kaçırıldı.

Ve Halit Fahri‘nin evinde saklandı.

Afife’yi ellerinden kaçıran polisler Darülbedai yöneticilerinden Celal Sahir‘le Hüseyin Suat‘ı tevkif etti.

Ancak kısa bir süre sonra Afife, Darülbedai’ye giderken Kadıköy’de yakalandı.

Karakolda bir taş odaya alındı.

Komiser Afife’ye ;

“Dinini, milletini, namusunu unutarak sahneye çıkıp oyun oynayan sen misin?” diye sordu.

Afife sanatını savunmaya çalıştı ama komiserin yanıtı sert bir tokat oldu.

Bu tokadı hiç unutmadı.

Afife o gün salıverildi.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Tabi çok acı bir şey var, çok acı bir şey var orda. Afife yengem o dönemlerde, hırpalandığı dönemlerde çok da gururlu bir kadın. O tokat yemiş mesela bir nazırdan yani bunu hiç asla affedemiyor ve baş ağrıları çekiyor.”

Ancak bütün bu olanlar onu tiyatrodan koparamadı.

Sahne ile karakol arasında birkaç kez daha gidip geldi.

1921’de dahiliye nezaretinin 204 sayılı bir bildirisiyle Müslüman kadınların kesinlikle sahneye çıkmaları yasaklandı.

Belediye 27 Şubat 1921 günü bu bildiriyi Darülbedayi Yönetim Kurulu’na gönderdi.

Bu bildiri üzerine Darülbedai Afife’yi kadrosundan çıkardı.

Uğruna evini, babasını yakınlarını kaybettiği tiyatro şimdi yüzüne kapılarını kapatmıştı.

Tiyatrodan uzaklaştırılan ve yalnız bırakılan Afife Jale’nin zaten zayıf olan sinirleri alt üst oldu.

Yerine tekrar Madam Binemeciyan oynamaya başladı.

Ortalık biraz durulunca Afife kendisini toplamayı başardı.

Burhanettin Tepsi Kumpanyası ile Anadolu’da değişik isimlerle turneye çıktı.

Tekrar tiyatroya kavuşmuştu. Yeni Tiyatro Topluluğu ile Kadıköy’de sahne aldı.

Ancak bir süre sonra bu topluluk da dağıldı.

İşsiz, sahnesiz ve kimsesiz kaldı.

Kaçışı alkolde, haplarda ve uyuşturucularda aramaya başladı.

Sürekli baş ağrısı, aşırı heyecan, çarpıntı, korku ve sınırsız kaygılarını uyuşturucuyla dindirmeye çalıştı.

Selim İleri – Yazar

“Uyuşturucu ile tanışma şu şekilde oluyor; gene bu kaç göç, kovalamaca hikayeleri sırasında müthiş bir sinir krizleri, tabi korku endişe, kendisini tedavi eden bir doktor var, Türk asıllı değil doktor, İmparatorluğun insanlarından birisi ama zannediyorum Arap kökenli bir doktordu, kendisi de kullanıyormuş uyuşturucu, ‘iyi gelir’, işte ‘yatıştırır’ vesaire gibi bir şekilde o şekilde başlıyor. Bu uyuşturucu bir büyük dram muhakkak Afife Jale’nin hayatında ama onun yanı sıra beni şöyle ilgilendiriyor. Eğer tiyatroda istediği yere gelebilseydi, tiyatro ve tiyatro çevresi onu kollayabilseydi, sanıyorum ki uyuşturucuya ihtiyacı olmayacaktı hayatında. O açıdan bana çok keder verici bir şey geliyor. Bir insan dramı olarak görüyorum. Yani bunu bir zaafı, uyuşturucuya yatkınlık falan diye görmüyorum. Hayal ettiğiniz şeyler gerçekleşmediği vakit hayatınızın en büyük ülküsünden hep kırıklıkla ayrıldığınız vakit insana bir sığınağa itmiştir diye düşünüyorum. Korku veriyor bana.”

Mustafa Alabora – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“19-20 yaşlarında bir kız çocuğu Türkiye gibi, o zaman Osmanlı İmparatorluğu zamanında, kadınların sahneye çıkmasının yasak olduğu bir dönemde büyük bir devrim ruhuyla, sahneye çıkıyor ve tabi ki buna o zaman ki kolluk kuvvetleri alıp sorguluyorlar. Yani çok büyük eziyetler ediyorlar sahneye çıktığı için. Tabi ki bir küçücük bir kız çocuğu bunu kaldıramıyor, belki de uyuşturucuya sığınıyor yani. Bu da biraz benim yorumum.”

O günlerde Afife Jale, Ferah Tiyatrosu‘nda Kırık Kalp’te oynadı.

Sonra Fikret Şadi’nin Milli Sahne’siyle çeşitli kentlerde temsillere katıldı.

Fakat bu iş de uzun sürmedi.

İşte tam da o günlerde tanıdı Selahattin Pınar‘ı.

Sevdiği şarkıların bestecisini…


Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz
İçimde uyanan eski bir arzu
Dedi ki yıllardır aradığım bu
Şimdi soruyorum büküp boynumu
Ah daha önceleri nerelerdeydiniz

Hicâz (Aksak)
Bestekâr : Selahattin Pınar

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Afife Jale’nin haksızlığa uğradığı bilgisi geliyor amcama. Sanıyorum o bir kere tasvip ediyor bu işi. Yani diyor ki; ‘Bir Türk kadını aferin tiyatro yapıyor.’ Ve bir şekilde Afife yengemle özdeşleştiriyor yarının büyük Türk kadınlarını, sanatkârlarını. Ve o beğenisini muhafaza ederken bir şekilde karşılaşıyorlar ve ikisi de son derece hassas insanlar oldukları için birbirlerinin gözlerinden o taktiri ve o şefkati alıyor ikisi de.”

Selim İleri – Yazar

“Afife’nin büyük bir ihtimalle bir tiyatro oyuncusu olduğu dahi bir hayli unutulmuş o dönemde. Ama Selahattin Pınar’ın, bir gönül adamı, coşkun bir tabiatı olduğunu varsayarsak zannediyorum ki bu aşkta biraz da bu aşkın içerisinde biraz o bir şeyler yapmak isteyip, onlar yüzünden acı çekmiş bir kadını kollamak, korumak, ona sevgisini ve şefkatini verebilmek arzusuyla olmuş diye düşünüyorum.”

1928 yılında Afife bir arkadaşıyla, Kuşdili çayırında Hafız Burhan‘ın

konserine gitmiş, orada sanatçıya tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınar’ı görmüştü.

O gün tanıştılar.

Genç kadın bestekârdan çok hoşlandı.

Pınar’a şarkılarının büyük hayranı olduğunu söyledi.

Selahattin Pınar ise Afife’ye görür görmez tutulmuştu.

Morfinman, kokainman, başaramamış bir tiyatrocu ile genç yaşta üne kavuşmuş rind meşrep bir bestekâr şimdi bir aradaydı.

Selahattin Pınar buluştukları günlerden birinde Afife’ye evlenme teklif etti.

Afife önce şaşırdı sonra bestekâra sadece mutsuzluk ve felaket getireceğini ısrarla söyledi.

Ama Pınar ısrarlıydı; ona “kendine tân etme kızım, etrafındakiler sana felaket getirmiş” dedi.

Teklifini tekrarladı;

“Benim gibi, parası az, imkânları az, ama yüreği büyük, rind meşrep, düzcesi biraz serseri, sanat ve musiki tutkunu, Afife Jale’nin hayranı, perestişkârı, aşığı bir adamla evlenmeyi göze alabilir misin?”

Afife bu sefer “Ailen beni istemez” dedi.

Selahattin Pınar bunun üzerine “Afifem, mümkün olan en kısa zamanda, şahitlerden öte hiç kimseye duyurmadan evlenelim, olur mu?” diye sordu.

Afife “Sana biraz daha kızmazlar mı?” dedi.

Bestekâr ; “Babam ve annem gururlu, kendini beğenmiş, müstesna insanlardır, ama… insan cevherinden iyi anlarlar… Seni sevecekler. Hiç merak etme… Babam bugüne kadar benim yaptığım hiçbir şeyi beğenmedi. Bunu da hiç saklamadı. Seninle evlenmemi de beğenmeyecektir önden. Bu onun huyu, ama bunun seninle hiçbir ilgisi yok” dedi.

İki aşık 1929 yılında evlenme kararı aldı.

Besteci konuyu önce annesine sonra da babasına açtı.

Afife Jale’nin ününü bilen Sadık Bey oğlunun söylediklerine önce inanmadı.

Yine hiddetlendi;

“Sen benimle dalga mı geçiyorsun, ilk mûrvetimi böyle mi harcayacaksın” dedi.

Babasının böyle davranacağını zaten tahmin eden Selahattin Pınar, bir şey söylemeden yanından ayrıldı.

O yıl Afife Jale ve Selahattin Pınar her şeyi göze alarak evlendi.

Düğün veya herhangi bir tören yapılmadı.

Şahitler dışında kimselere haber verilmeden sessiz sedasız bir resmi nikâh yapıldı.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Amcam bu evliliği gizlemek değil de fazla açıklamamak gereğine inanmış. Çünkü anladığım kadarıyla yani Afife yengemin artık olur olmaz şeylere hırpalanma adetleri başlıyor yani. Alınganlıklar, o bana niye öyle baktı filan gibi. Amcam onları önlüyor. Yani gitmişler evlenmişler, resmi nikâh yapmış.”

Çift önce Taksim‘de Lemartin Caddesi‘nde bir apartman katına taşındı.

Sonra da Fatih‘teki apartman dairesine…

Selim İleri – Yazar

“Fatih’te bir evde yaşamışlar, hatta evi de aradık biz. Ama İstanbul’da artık o evlerin kalmadığını, bulma imkânının kalmadığını hepimiz biliyoruz.”

Afife Jale yaşadığı onca sıkıntıdan sonra ilk defa huzurluydu.

Nicedir özlediği şefkate Selahattin Pınar’ın yanında kavuşmuştu.

Baba Sadık Bey dışında bütün aile Afife’yi şefkatle bağrına bastı.

Mustafa Alabora – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Böyle bir şey mümkün değil yani bunu savunduğum için söylemiyorum empati yapıyorum yani kendimi dedemin yerine koyup öyle bakmaya çalışıyorum meseleye. E, şimdi Kadı, Mebus, Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelmiş, böyle bir kafa yapısı. Yani bunu algılaması kolay bir şey değil tabi.”

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Yeniliyor, içiliyor, pikniklere gidiliyor filan yani. Fotoğrafları var Büyükada’da, çamların altında. Halalarım, babam, amcam, hatta bazı fotoğraflarda babaannem de var. Fakat dedem yok. Dedem, keçe gibi hiç yani bir adım, bir santim geri çekilmiyor. Babaannem çok dediğim gibi Mevlana gibi kadın yani. Babaannemin çocuk gibi kucağına sarılır ağlarmış yengem. Onun saçlarını okşarmış. Ailede herkes biliyor çok hırpalandığını ve çok acı çektiğini yengemin ve haksız yere. Ve onu herkes kendince teselli ediyor ona iyi davranıyor yani. Bir bakıma şefkat susuzluğunu gidermiştir yengem o beş kişilik, bir de babaannemi katarsak altı kişilik ailenin içinde.”

Selim İleri – Yazar

“Afife ile olan ilişkilerinde de olsa olsa bir süre belki bu uyuşturucu meselesi yüzünden, biraz mesafe koymuşlardır. Yani onun bir kahraman bir kadın olarak tiyatroya çıkışı herhalde anlayışla karşılayıp, anlayabilecek çapta bir aile olduğunu düşünebiliyorum.”

Afife o günlerde çalışmıyordu. Tutkuyla bağlı olduğu tiyatrodan uzaktı.

Uyuşturucuya ve ilaçlara olan bağımlılığı azalmış gibiydi.

Selahattin Pınar da karısını yalnız bırakmamak için çoğu zaman işe gitmiyor, ekstraları kabul etmiyor ona evde elleriyle yemekler hazırlıyordu.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Yemek yapıyorlar, şimdi amcam çok meraklı. Benim bildiğim Afife yengem yemek yapmayı pek bilmiyor, paşazade, ona zaten hep yemekler önüne gelmiş filan. Hatta amcam derdi ki yani ince, yemeğin inceliğini Afife yüzünden yarattım kendi kendime derdi. Afife yengemin beğenisini kazanmak için çok çaba harcamış yani. Zaten ince bir adam ve de çok kabiliyetli ince davranmaya, ince olmaya. İnceliğini geliştirmeye de çok kabiliyetli bir adam… yemek yaparlarmış, Afife yengem soğan doğrarmış, domates doğrarmış,sebze yıkarmış amcam da onlara şey yapıyor yanında da pişirirmiş. Evde amcam gibi ciddi bir adamla Afife yengem şey oynarlarmış saklambaç. Evin içinde saklambaç oynuyorlar koca koca iki insan çocuk gibi. Amcam her ekstrayı kabul etmezmiş. Bırakmıyor yengemi. Yani işte o aşkın kendisine özen, ayrılmayalım bir arada kalalım, mümkün olduğu kadar çok saat bir arada yaşayalım. Çocukluğumuzda yaptığımız şeyleri bir daha deneyelim, saklambaç oynayalım, balık tutarlarmış. Ve Afife yengem şiir yazarmış. Amcam şey derdi; ‘Nasıl şiirlerdi amca?’ derdim, ‘Çocuk resimleri gibi’ derdi.”

Bütün bunlar, Selahattin Pınar’ın çabaları yine de Afife Jale’yi oyalayamıyor, o ise daha fazla tiyatrodan uzak kalmak istemiyordu.

Bestekâr karısının isteklerini anlıyor ona yardımcı olmaya çalışıyordu.

Bir gün ona “Tekrar Darülbedai’ye başvur” dedi.

Afife ise “Olmaz onlar beni kovdular, kadın olduğum için beni istemediler” dedi küskünlükle…

Selim İleri – Yazar

“O devirde hala tiyatroda varlık göstermeye çalışıyor. Belki İstanbul’da değil, yani bugünkü adıyla Şehir Tiyatrosu’nda değil biraz oradan dışlanmış. Bu da bence çok acı bir şey. Çok işte kırılganlığı ondan söylüyor. Yani hayata küsmüş bir insan. Hayat da ona bir anlamda. O da tabi ki gene tiyatroda varlık göstermeye çalışıyor ama o devir biraz katı kuralları olan bir devir. Oyuncunun, uyuşturucu müptelası olması hoş karşılanmıyor yani. Yani tiyatroyu bir ahlak olarak görüyor Cumhuriyet. O Anadolu’da hala tiyatroculuk yapmak istiyor. Fakat deminki mesele hep devreye girip çıkıyor.”

Kocasının da desteğiyle Afife Jale bir süre daha amatör gruplarla sahneye çıktı.

 

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Amcam çok yerde bir adamdı. Cinsel konularda yaptırım uygulayan filan bir adam değildi. Yani böyle çok medeni bir adamdı.Yönlendirmiştir yani hatta o teklif etmiştir, ‘istiyorsan git, bak sana iyi gelir’. Ama iyi gelmediğini anladıktan sonra ısrar etmemiştir. Çünkü dediğim gibi artık yaşayamamaya başladı bunları Afife yengem”

Ancak uyuşturucudan ve ilaçlardan uzak kalamadı o günlerde Afife.

Gün geçtikçe bozulan sağlığı, bir süre sonra tutkuyla bağlı olduğu tiyatroyu tamamen bırakmasına neden oldu.

Bir daha sahnelere dönemeyecekti.

 

Hayatla tek bağı evi ve kocasıydı artık.

O da mutluluğu yuvasında aramaya başladı.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Bir tane bahçeli evleri var, enginar yetiştiriyorlar mesela, yarıştırıyorlar, bir taraf da yengemin enginarları, bir tarafta amcamın enginarları işte yani. Yarış da tuhaf bunlarda. ‘Bak seninki çok güzel oldu, yok yok seninki çok güzel oldu.’ Yani benimki seninkinden güzel değil de seninki benimkinden daha güzel. Aşkı tarif ederken böyle söylerdi amcam. Yani kişilik sürtüşmelerinde hep birbirlerinin iyiliğine sürtüşüyorlar. ‘Üşüdüm sen giy, hayır hayır Selahattin sen giy.’ Bu dediğim hep böyle sürdü kavgasız bir şekilde.”

1931 yılında Selahattin Pınar ilk kez Mustafa Kemal Atatürk’ün huzuruna çıktı.

Paşa’nın sevdiği ve sofrasından eksik etmediği bestekarlardan biriydi artık.

Atatürk Afife Jale’nin tiyatro uğruna yaşadığı maceradan da haberdardı.

Ona eskiden beri hayranlık duyduğunu ve ondan cesaret aldığını bestekara da belirtmişti.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Mustafa Kemal, amcama demiş ki, ‘Afife’nin cesaretinden ilham aldım, sonra Hilafeti kaldırdım.’ Yani böyle kahramanlıklardan sonra bazı şeyler kolaylaşıyor artık yani. Hassas bir akıl da onu görüyor. Ve Afife Jale olayı olmasaydı belki de Hilafet zor kaldırılırdı. Kanlı kalkardı yani. Hiçbir şey olmuyor yani. Çünkü insanlar alışmışlar artık yani.”

Sahnede sinemada Afife Jale’nin yolunda ilerleyen birçok Türk kadını vardı artık.

Neyyire Neyir, Cahide Sonku ve Bedia Muvahhit bunlardan sadece birkaçıydı.

Türk sahne hayatı için yepyeni bir sayfa açmıştı ama durdurulamaz düşüşü Selahattin Pınar’ın yanında da devam etti.

Kocasından habersiz uyuşturucu bulmaya çalıştı.

Buldu da…

Morfini veren Suriyeli bir eczacıydı.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Bir eczacı Afife yengemi sokak tabiri ile düşürüyor. Onu morfine alıştırıyor. Morfine alışmış bir kadın ya da erkek, bunu hepimiz biliyoruz yani kıskanacağı bir değer kalmıyor yani morfin en önemli şey. Adam sahip oluyor fakat Afife yengem amcama anlatıyor bunu. Amcam mesela kalkıp gidip işte o eczacıyı vurmuyor, şikayetçi olmuyor yani o öyle büyük bir acıya düşüyor ki her şey önemsiz artık. Ve amcamın ondan sonraki yıllarda gözünde gördüğüm o mutsuzluk bence o aralardan kaynaklanıyor. Yani ‘Mutlu olmaya bırakmazlar bizi’ der gibiydi.”

Mustafa Alabora – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Onları annem anlattı; Afife ona aşık oluyor. Yani dayımın döneminde aşık oluyor. Ben öyle biliyorum annem öyle anlattı. Dayımı da onu da anlamaya çalışıyorum, ben de ukalalık ediyorum belki ama bugünden dönüp o güne baktığımda o adama neden aşık olduğunu da anlıyorum. Çünkü ondan uyuşturucu tedarik ediyor. Yani orda bir aşktan çok bir çıkar ilişkisi varmış gibi geliyor bana.”

Selahattin Pınar anlayışla karşılamış Afife’yi affetmişti.

Karısı için endişeleniyordu.

Üzüntüsü bestelerine yansıyor şarkılarıyla acısını dindirmeye çalışıyordu.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Amcamın eserlerindeki melankoli bence şundan kaynaklanıyor: Afife yengem amcama geldiğinde, eline geçtiğinde amcamın, ruhuna girdiğinde Afife yengemin, ruhu yaralanmıştı artık. Yani şöyle söyleyeyim; nasıl uzağı göremez miyop, hafifi ya da kulağı ağır işitir bazı insanlar, ağır sanayide çalışmışsa filan yani. Yıpranmıştı Afife yengemin ruhu. Ve amcam o ruhla, yıpranmamış haliyle harikalar yaşayabileceklerini düşünüp, ama bu yıpranmış haliyle asla onları artık yaşamayacaklarını da düşünüp melankoliye kapılırdı. Yani çok yoğun düşünürdü.”

Afife Jale kullandığı uyuşturucuların ve ilaçların etkisiyle günden güne zayıfladığı günlerde kocası onun hep yanı başındaydı.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

Artık yengemin morfin iğnelerini amcam yapıyor, bir daha başına böyle bir şey gelmesin diye. Yani dünyada böyle bir aşk olamaz. Diyor ki Afife yengem ona: ‘Selahattin beni terk et sana yalvarıyorum. Ben düşüyorum, seni de çekiyorum.’ Allah, Allah. Beni terk et demesi yani sokağa düşecek. At beni sokağa diyor.”

Fakat Selahattin Pınar, Afife’nin söylediklerine aldırmadı.

Bestekar büyük bir aşkla bağlı olduğu karısını bırakmayı da hiç aklından geçirmedi.

Müziğin eksik olmadığı evlerinde müzisyen dostlar da eksik olmazdı.

Sabahlara kadar meşk edilir, çalınır, söylenirdi.

Afife böyle günlerde ortalıkta dolaşmaz, sessizce odasına çekilir içerden gelen güzel nağmelerle avunurdu.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Hasta artık yani ben şunu hatırlıyorum amcamın arkadaşları geliyor onlar çalıyorlar filan Afife yengem yatıyor içerde. Gelmiş dermiş ki ‘Rahatsız ediyor mu?’ o da ‘Yok orada durun, seviyorum o sesi’ demiş. Oradan çünkü dostluk arkadaşlık çok hoş yani güzel şeyler konuşuyorlar, yiyorlar, içiyorlar. Hoş insanlar. Bundan memnun ama mecali yok. Morfin alıyor, hatırlamıyor yani. Aslında dramatik bir aşk tabi. Çok zor, çok yıpratıcı ve amcacığım yani mahvolmuştur, mahvolmuştur.”

Kocasının gözleri önünde eriyen Afife onun daha fazla üzmek istemiyordu.

Onu kendisini terk etmeye ikna etmeye kararlıydı.

Bunun için aylarca uğraştı. Hatta yalvardı.

Sonunda Selahattin Pınar hiç istemedi ama ikna oldu.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Altı ay dayanıyor amcam, altı ay sonra inanıyor, onu inandırıyor, çok da akıllı bir kadın. Ve terk ediyor amcam Afife yengemi. Gecelerce ağlamış, iş yapamamış, çalışamamış, ağlamış ve çok uzun bir süre de onun ilaçlarını falan temin etmiş, yani yollamış ona. Fakat Afife yengem amcamı kendinden aşkı yüzünden uzaklaştırmıştır, amcamı mahvetmemek için. Ve o sıralarda bildiğim kadarıyla yani amcam da morfin denemeleri yapıyor kendi kendine yani o da yaşıyor bunu. Amcam sonra silkeledi attı yani bu morfin işini, onu biliyorum yani.”

Selim İleri – Yazar

“Evlilikleri mutlu. Kısa süre sürmesine rağmen o aşk devam etmiş. Evliliğe onları götüren aşk devam etmiş. Sanıyorum ki ayrılmanın özünde de yine bu Afife’nin alışkanlığı, bağlılığı rol oynuyor yani asıl sebep ondan. Çünkü hayatında her şeyden kurtulabiliyor, hatta bir anlamda tiyatroyu bile bırakabiliyor fakat onu bırakamamış.”

Aşkları bitmemişti ama evliliklerini bitirme kararı almışlardı.

Bir süre sonra da boşandılar.

Birbirlerini bir daha görmediler…

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Hiç görüşmüyorlar, hiç görüşmüyorlar. Yasaklamış yengem. Yani demiş ki, ‘Beni unutacaksın. Beni unutman için yapıyoruz bunu’ . Bu ayrılıktan sonra yengem düşerken amcam en yoğun acılarını çekiyor ve en yoğun bestelerini yapıyor. Onları dinler, ağlarmış yengem. Ve dermiş ki ‘Ağlamadığım gün zaten öleceğim.'”

Nereden sevdim o zalim kadını 
Bana zehretti hayatımın tadını
Söylemem sormayın asla adını 
Bana zehretti hayatımın tadını

Kürdîli Hicâzkâr (Aksak) 
Bestekâr : Selahattin Pınar

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Yengem amcamdan ayrılıp ölümünü bekler hale geldiğinde amcam o arkadaşlıkları sayesinde yaşama dönmüştür. Çok ince insanlar bunlar. Yahya Kemaller, Mesut Cemiller, Feyzi Aslangiller, Necati Tokyaylar, yani bunların her birinin on ciltlik romanı yazılır. Bunlar çok özel insanlar, çok ince çok terbiyeli.”

Selahattin Pınar’dan ayrıldıktan sonra Afife Jale içine düştüğü girdaba büsbütün batarak sefalet içinde sürünmeye başladı.

Bir süre Kastamonu’da kardeşi Behiye’nin yanında kaldı. Behiye Kastamonu valisinin eşiydi.

Valinin baldızı oluşuna aldırmaksızın, bir eczacı kalfasında morfin dilendi.

Kastamonu o günlerde “Valinin morfinman baldızı” dedikodularıyla çalkalandı.

Aile çaresiz kaldı ve onu odasına kapattı.

Baskı altında tutulan Afife bir gün evden bahçeye çarşaf sarkıtarak kaçtı.

Selim İleri – Yazar

“O dönemde tabi tekrar yeniden bir kurtuluş için bir süre orada onların yanında yaşayarak hayata yeniden tutunmaya çalışıyor. Fakat orada da yine bir kez daha uyuşturucuya yenik düşüyor. Aileyle, Kastamonu’daki enişteyle aralarında problemler oluşuyor ve evi terk ediyor. O terk edişten sonra zaten artık iyice çöküş devri başlıyor.”

Bir gün Mahmut Yesari Kadıköy vapur iskelesinde boynunda eşarp, açık saçlarını rüzgara vermiş, yapayalnız dolaşan bir genç kadın gördü; rıhtım boyu yürümekteydi.

Bu kadın Afife Jale’ydi.

Ucuz, biraz pis, bol kepçe aşevlerinde çorba içiyordu. İştahsızlaşmış iyice zayıflamıştı.

Tenha parklarda yatıp kalkmaya başlamıştı.

Bir ara ağabeyi Salâh‘ın Şehzadebaşı’ndaki evinde kaldı.

Darülbedayi’den dostu Vasfi Rıza Zobu ziyaretine gittiğinde Afife’yi hasta, vücudu küçülmüş ve kurumuş bir halde buldu.

Orada bakımı imkansızdı.

Aktör ve hekim Neşet Halil‘in tavassutuyla Bakırköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi‘ne kaldırıldı.

Afife’nin hastaneye kaldırıldığı günlerde Selahattin Pınar da ikinci evliliğini yaptı.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Afife yengemden ayrıldı ikinci evliliğini yaptı ama o dönemde sadakatle Afife’ye bağlıydı. Nikâhlandı ama unutmak için, unutamıyor da. Ayrılmışlar ikinciyle, kısa sürmüş.”

Birgün Perde ve Sahne mecbuası yazarlarından Nusret Safa Coşkun hastaneden gönderilmiş bir mektup aldı.

Afife Jale yazarlarla görüşmek istiyordu.

Nusret Safa Coşkun bu çağrı üzerine hemen Bakırköy Akıl ve Sinir Hastanesi’ne gitti.

Afife Başhekim Mazhar Osman’ın odasında kendisini beklemekteydi:

“İki hastabakıcı sertabibin önüne bir sedye bıraktılar. Dikkat ettim, bu sedyenin ne altında bir taşkınlık, ne de üstünde bir şişlik vardı, boş hissini veriyordu, yalnız battaniyenin ucundan bir tutam saç çıkmıştı. Örtüyü açtıkları zaman dehşetle yerimden kalktığımı hatırlıyorum. Karşımda sadece iri siyah gözleri ile canlı bir ceset vardı. Ceset yavaş yavaş doğruldu, bacakları, kolları büzüşmüştü. Deri bir torba içinde beş on kemikten ibaretti bu insan.”

Ve Afife konuştu :

“Beni unutmuşlar, sahneye çıktığım zaman alnımdan öpen muharrir, beni teşvik eden büyük adamlar, hayranlarım, seyircilerim, arkadaşlarım, hepsi beni unuttular. Ne çabuk.. Kapımı çalan, hatrımı soran bir insan yok… Hepsi, hepsi unutmuşlar.”

O gün Afife Nusret Safa’dan yardım istedi.

 

“Burada boğuluyorum, tımarhane köşesinde ölmek istemiyorum. Ne yapın, ne edin, beni çıkarın buradan. Neresi olursa olsun buradan daha rahattır. Donuyorum, sırtıma giyecek bir gömleğim yok; görüyorsunuz, her tarafım çıplak… Delilere tahammül edemiyorum, başımın içinde tepiniyorlar. Ben deli değilim, fakat olmak üzereyim. Beni buradan çıkarın da nereye atarsanız atın!”

Afife Jale’nin deli olmadığı Başhekim Mazhar Osman tarafından onaylandı.

Selim İleri – Yazar

“Ama anlaşıldığı kadarıyla artık akıl hastanesine yatırıldığı vakit fevkalade büyük bir sefalete düşmüş durumda. Hatta onunla röportaj yapmaya giden Nusret Sefa Coşkun parasızlığını görüyor. Aynı şekilde hastanenin baş hekimi olan kişi de onu görüyor. Ve ona para yardımı yapıldığı hissediliyor röportajda. Ama cenazesine dört kişi gittiğini öğrenmiştik o devirde. Yani her anlamda maddi manevi büyük bir yıkım içerisinde. Afife’nin uyuşturucu bedenini tahrip etmiş ama ne yazık ki keşke diyorum, hiç olmazsa bu kadar yoğunluk arasında aklı da şey olabilseydi. Aklı da dinç kalmış, akıl uyuşmamış. Etrafında olup biten o karanlık acı dünyayı tabi kendi acısı artı öyle bir dünya çok akıl hastanesinde barınamamış bir anlamda.”

Mazhar Osman cüzdanından çıkardığı hatırı sayılır bir parayı hastabakıcının elini sıkıştırarak ihtiyaçlarının karşılanmasını da istedi.

Mustafa Alabora – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Şöyle bir şey hafızamda kalmış; Mazhar Osman var o zaman, Bakırköy’ün başhekimi. Bir kere dayımı galiba Afife ile görüşmek için oraya götürüyor galiba, böyle bir şey var hafızamda yani. Böyle silik bir şekilde annem anlatmıştı.”

Afife bir süre sonra hastaneden çıkarıldı.

Ve tekrar abisi Salâh’ın Şehzadebaşı’ndaki evine oradaki yer yatağına döndü.

Ancak orada da istediği huzura kavuşamadı.

Sonra tekrar kendi isteğiyle hastaneye döndü.

Bu defa Balıklı Rum’a.

Oradan tanıdıklarını isyan dolu mektuplar yazdı.

Selim İleri – Yazar

“Selahattin Pınar’a da belki göndermiştir, onları kestirmek çok zor. Ama bir romancı olarak sorarsanız, göndermiştir diye düşünüyorum. Belki de en çok ona göndermiştir diye düşünüyorum.”

24 Temmuz 1941 günü yapayalnız bir köşede öldü.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Hiç yemiyor. Ve en enteresanı su içmemeye başlamış. Birisi öğretmiş ona yani su kaybıyla ölünür. Su içmemeye başlamış, zorla su içirirlermiş. Su içmeye içmeye ölmüş diye duyduk. Amcam, önce, uzun bir süre beş altı saat anlamamış, yani idrak edememiş herhalde, bir üzüntü göstermemiş. Babam anlatıyordu. Sonra paralamış kendini çok, o paralamış yani. Elini, yüzünü filan kesmiş yani param parça etmiş kendini çok acı çekmiş. ‘İntihar edecek, canına kıyacak falan sandık’ diyor yani.”

Sadun Aksüt – Tamburi

“Selahattin Pınar bana ‘Öldüğünü öğrendiğim zaman gittim, gördüm, kolları ve bacakları terse dönmüş, şu kadar kalmıştı Afife yatakta, morfin onu bitirmiş, kavrulmuştu.”dedi. Fazla da bir şey anlatmadı Afife Hanım için.”

Kazlıçeşme mezarlığındaki cenazesine sadece 3 kişi katıldı.

Sait Köknar, oğlu Ergun Köknar ve Behzat Butak.

Selim İleri – Yazar

“Bu mezarı çok araştırdık, bizzat kendim gittim, ne yazık ki mezar kaybolmuş. Mezarlık kel kör, yerli yerinde fakat mezar yok. Yalnız maskını almışlar. O mask da kayıp. Yani bir tuhaf bir şey işte hep dediğim gibi sanki bu dünyaya gelmek istememiş gibi bir insan.”

Yeriniz ne, yurdunuz ne, benden böyle korkunuz ne

Duyuyorum sesinizi bazen derin bir kuyudan

Dinliyorum uzakları kalkıp derin uykudan

Beni de alın ne olur kolunuza hatıralar

Ah, bu ömür tükenecek yolunuza hatıralar

Selahattin Pınar Afife’nin ölümünden sonra 3. evliliğini yaptı.

Unutulmaz bestelere imza attı.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Elli yılların sonlarında yorgunluk başladı amcamda. Yaşlandı artık o da yıprandı çok tabi. Mutlu olmak için yaratılmış, mutsuz olmak için değil, acı çekmek için değil yani. O kadar acıyı kaldıramadı yani. Çok yorgundu. Ve az çalışmaya filan başladı. Yalnız o yıllarında çok enteresan benimle o yaşlarına gelirken kendine bir bostan yaptı evinin arkasında. Domates, biber, patlıcan filan ekiyordu, onlarla uğraşmaya başladı. Ama gene şık, yine bakımlı yine tertemiz. Todoriye giderdi, akşamüstleri orada arkadaşlarıyla rakı içerdi. Bir gün kavga ediyor üçüncü eşi yengemle, çekip gidiyor. ‘Ne yasakladıysa doktor bana donatın masayı’ diyor. Son içişi. Bir elinde işte limonlu marul, bir elinde rakı, marulu ısırıyor, rakıdan bir yudum alıyor, düşüyor, ölüyor. Ölümü de böyle yani. 6 Şubat.”

6 Şubat 1960 akşamı Kalamış’taki Todori gazinosunda kalp krizinden öldü Selahattin Pınar.

Caddebostan’daki evinden alınan cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığı’na götürüldü.

Altın Pınar – Selahattin Pınar’ın Yeğeni

“Çok kalabalıktı. Tam tersine yengeminkinin. Ben o kadar büyük bir cenazede bulunmamıştım o güne kadar. Babam çıkan çelenkleri gösterdi böyle, ‘Bak bunlar amcana’ dedi. Yani derinden pişmandı İstanbullu, ‘Keşke daha çok tadına varsaydık. Tüh filan’. Yani orda bir sanatçıyı kaybettiğinde o şehrin insanlarının nasıl acı çektiğini gördüm. Amcam derdi ki; ‘Keder istemiyorum, mezarıma her sene ölüm günümde bir büyük rakı dökün.’ Öyle de yaptık.”

Konuk Yazar