Gezegen döngülerini inceleyerek, içinden geçmekte olduğumuz bu sürece Astroloji sayesinde ışık tutmaya devam ediyoruz. İçinden geçmekte olduğumuz süreçte henüz etkin olan Satürn-Uranüs döngüsüyle başlıyoruz…

SATÜRN-URANÜS DÖNGÜSÜ (2008-2011 YILLARI ARASINDA ETKİLİ)

2008 yılı başlarından itibaren etkili olmaya başlayan bu ikili döngü, Satürn’ün, Uranüs’ün bulunduğu derecenin tam karşısına gelmesiyle 4 Kasım 2008’de ilk kez kesinleşmişti. Bu tarih, tam da Amerikan Başkanlık Seçimleri’ne denk geldi ve önemli değişimlerin başladığının belirgin bir işaretçisi oldu. Amerikan tarihinde ilk kez bir siyahi lider, ABD Başkanı seçmişti!

Satürn-Uranüs karşıtlığı 2011 yılı sonlarına kadar etkili olacak. Uranüs ve Satürn, adeta zıt kardeşler gibidirler. Birbirlerinden farkları çok belirgindir. Satürn, yerleşik düzeni temsil eder. Ama yerleşik ve kurulu düzen Uranüs’e göre değildir. Satürn, kronik bir şekilde düzen sergiler. Uranüs son derece düzensiz özellikler sergiler. Uranüs’ün Güneş yörüngesindeki hareketi bile, diğer gezegenlerden değişiktir. Güneş çevresindeki yörüngesinde, yuvarlanan bir varil gibi yan yatmış olarak döner. Satürn, realite sistemlerimizle ilgilidir. Uranüs ise, realite sistemlerimizi rahatsız eder; travma yaratır. Satürn, yavaş, tedbirli ve değişime karşı dirençlidir. Uranüs ise, hızlı, spontane ve değişimcidir. Satürn, beklenen, ne olup bittiğini anlayabileceğimiz, alışkın olduğumuz ortamları ve olayları sembolize eder. Uranüs ise, beklenmedik, ne olduğunu anlayamadığımız, sarsıcı durumlarla ilişkilidir. Satürn, katı ve somutçudur. Uranüs esnek ve değişken, soyuttur. Satürn kuralları koyar, sınırları belirler, yapıyı oluşturur. Uranüs, kuralları çiğner, limitleri aşar, yapıyı bozar. Satürn, gelenekçi, hiyerarşik ve despottur. Uranüs gelenekçiliğe ve hiyerarşiye karşı, anarşisttir. Satürn, kaosa düzen getirir. Uranüs, düzeni bozar, kaos ortamı yaratır. Satürn limitçidir; bir noktada durmaya sebep olur. Uranüs, yaşam boyu gelişmeye devam etme eğilimindedir.

Satürn, düzen ve otorite, Uranüs ise, karşı çıkış ve düzenin değiştirilmesiyle ilişkilidir. Dolayısı ile Satürn-Uranüs döngüsünde, çatışmalar ve şiddet, otoriteye karşı ayaklanmalar, radikal kitlesel hareketler dikkat çeker. Düzeni koruma ve özgürlük kazanma gayretleri arasında, yapıları koruma ve değişim yaratma, gelenekçilik ile yenilikçilik arasındaki gerilimin tırmanması söz konusudur. Siyasi, ekonomik ve psikolojik seviyede krizler, kurulu düzenlerin beklenmedik çöküşü gibi durumlar görülür. Fiziksel anlamda travma yaratacak olaylar, kazalar dikkat çekici derecede artar. Ani değişimler ve uyandırıcı etkiler ön plandadır. Ama olaylara müdahaleler veya değiştirici girişimler, sert bir şekilde ifade edilir. Fransız devrimindeki terör ve komünist Çin’deki kültürel devrimde olduğu gibi, başarısız yönetim dönemlerinin ardından gelen, baskıcı bir devrim niteliğinde karşımıza çıkar. Otoritenin sorgulanması, devrimsel nitelik taşıyan darbeler ile birçok seviyede ve birçok şekilde bozuk giden düzeni değiştirilmeye çalışıldığı dönemlerdir.

Tarihte Satürn Uranüs Karşıtlıkları

Satürn ve Uranüs, 2008-2011 yılları arasında dolunay fazında olacaklar. Halihazırda içinde bulunduğumuz ve hızla ilerlemekte olduğumuz bu fazda şimdiye kadar neler yaşadığımızı daha iyi anlayabilmek ve önümüzdeki süreçte nelerle karşılaşacağımızı tahmin edebilmek için, yakın tarihte bu iki gezegen arasında gerçekleşmiş iki dolunay fazını mercek altına alabiliriz. Geçtiğimiz yüzyılda Satürn ve Uranüs arasında oluşan dolunay fazı 1917-1919 yılları arasını ve 1965-1967 yılları arasını etkilemişti. Bu iki dönemde olan biteni anlamak, günümüzde karşılaşacağımız muhtemel etkilerin sebeplerini anlamamıza yardımcı olacaktır. Öncelikle, 1917-1919 yılları arasında etkili olan Satürn-Uranüs karşıtlığının (dolunay) dönemin atmosferine göz atarak işe başlayabiliriz.

Dolunay Fazı 1917-1919 yılları arası

1910’lu yıllar savaşların, devrimlerin, grevlerin, protestoların, silahlı ayaklanmaların yaşandığı yıllardı. 28 Temmuz 1914 tarihinde Avrupa‘da I. Dünya Savaşı başlamış, ancak dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin ve diğer kıtalardaki sömürgeler de savaşa katılmıştı. Savaşa bulaşsın bulaşmasın, pek çok ülke endişe ve acılar içerisindeydi. 1916 yılında karaborsa iyice artmış, gıda sıkıntısı yaşanmaya başlamıştı. Süt ve peynir kalmamıştı, kasaplar kargaları, sincapları satıyordu. 11 Kasım 1918’de, 10 milyon hayatın yitirilmesine yol açan ve dört yıl süren savaş sona ermişti, fakat bölgeye düzenin gelmesi için yıllar geçmesi gerekiyordu.

Birinci Dünya Savaşının başlamasının temel sebepleri, XIX. Yüzyıldaki siyasi ve ekonomik gelişmeler sonucunda ortaya çıkmıştır. Bununla beraber Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı yeni fikirler, liberalizm hareketiyle birlikte, dünyayı kimin yöneteceği sorununun doğurduğu rekabet ve güçlü bir madde olarak petrolün keşfi de etkili olmuştur. 19. yüzyıl içinde önem kazanmış olan sanayileşme sonucu sömürgecilik ortaya çıkmış ve büyük devletlerin çıkar çatışmaları, Afrika ve Uzak Doğu’ya kadar yayılmıştır. Ham madde ve pazar arayışı hızlanmış, bütün devletler sömürgeleştirme yarışına girmiştir. Bazı devletlerin siyasi birliklerini geç kurmaları, blokların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bloklar hızla silahlanarak, yeni bir savaşın ortamını hazırlamıştır.

1910’lu yılların ortalarında, Satürn-Uranüs karşıtlığının tipik özelliklerinden birisi olarak, beceriksiz devlet yönetimi söz konusuydu. Bu dönemin liderleri, ne hakkını isteyen işçilerin yaptıkları grevlerle, ne sendikacılarla, ne oy hakkını savunan kadın militanlarla başa çıkabilecek yetenekteydiler. Demokratik yönetimler, kadınların ve işçilerin saldırıları altında serseme dönmüştü. Ulusal grevler durdurulmaya çalışılıyor, grevcilerin üstesinden gelmek için ordu bile devreye sokuluyordu. Suikasta kurban giden liderler de vardı.

Köklü İmparatorluklar Çatırdıyor

Avusturya Arşidükü Ferdinand’ın 28 Haziran 1914‘te suikaste uğraması ile patlak veren I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın içinde olduğu İttifak Devletleri savaşı kaybetti. Savaş sonunu izleyen birkaç ay içinde, Almanya ve Macaristan’da devrimler baş göstermeye başladı. Kasım 1918’de, Alman devrimi patlak verdi; II.William ve tüm prensler tahttaki tüm haklarında vazgeçtiler. Almanya’nın savaş hali, Haziran 1919’da imzalanan Versailles Antlaşması ile sona erdi. Bu ittifak devletlerinin de mağlubiyeti anlamına geliyordu. Bu antlaşmanın Almanya’yı aşağıladığı düşünülüyordu. Ama Alman delegasyonunun Barış Anlaşmasını imzalamaktan başka seçeneği yoktu, yoksa işgal edilecekti. Almanya tüm askeri silah ve teçhizatını imha etmek zorunda kaldı.

Savaşın getirdiği değişimler, Avrupa’nın eski imparatorluk halkları için çok fazla şeyi gün yüzüne çıkarmıştı. 1919 yılı başlarında, Bolşevizm’in kalesi Berlin’de, sokaklarda çılgınca bir karmaşa yaşanıyordu. Her köşede, tartışan grupları görmek mümkündü. Komünist ve Sosyal Demokrat partilerde gruplaşmış işçiler büyük gösteriler düzenliyor, pankartlar açıyorlardı. Yoksulluk, açlık ve ekonomik çöküntüyü dehşet verici öldürme olayları izledi. Silahlar patlıyor, Berlin caddeleri binlerce kişinin kanıyla kızıla boyanıyordu. Hükümet birlikleri ile çatışan komünistler, Berlin fabrikalarını, elektrik santrallerini ve kamu taşımacılığını durdurdular, gazete binalarını işgal ettiler. 

Orta Avrupa‘da hüküm süren Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da, I. Dünya Savaşından sonra yıkılan imparatorluklardan biridir. Bu imparatorluğu, Avrupa‘nın birçok ülkesinde hüküm süren Habsburg Hanedanı yönetmiştir. Avusturya ve Macaristanaslında, içişlerinde bağımsız olan iki ayrı ülkeydiler. Fakat dışişleri açısından tek birHabsburg İmparatoru tarafından yönetilmekteydiler. I. Dünya Savaşında Almanya veOsmanlı Devletiyle birlikte yenilgiye uğradıktan sonra, Habsburg Hanedanı tahttan çekilmişti. 12 Kasım 1918 tarihinde Viyana‘da oluşturulan Geçici Ulusal Meclis, Avusturya’da Cumhuriyet ilan etmiştir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu böylece, Avusturya ve Macaristan olmak üzere bağımsız cumhuriyetler haline gelmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu da dağılma dönemine girmişti. II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle Osmanlı Devleti Yönetiminde İttihat ve Terakki Dönemi başlamış, bu dönem 1918’de imzalanan Mondros ateşkes Antlaşmasına kadar sürmüştü. Bu geçen dokuz yıl içinde Osmanlı Devleti, Trablusgarp, Balkan ve I.Dünya Savaşlarını yaşamış ve çok ağır yenilgiler almıştı. Mondros Mütarekesi’nden sonra, İtilaf Devletleri’nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. 22 Haziran 1919’da Amasya’da yayımladığı genelgeyle “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını” ilan edip, Sivas Kongresi’ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 – 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi’ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919’da Ankara’da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.

Rus Devrimi

Satürn-Uranüs karşıtlığının etkinleştiği 1917 yılının en önemli olaylarından biri de, Rusya’da çıkan devrimdi.Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan yokluk ve sefaletin ardından, 1917 yılında yaşanan sert kış koşulları ve halkın yakacak, giyecek ve yiyecek bulamaması, bütün Rusya’yı etkilemişti. Mart ayında Petersburg’da başlayan gösteriler ve grevlerin ardından “İşçilerin ve Askerlerin Sovyeti” kuruldu. Çar tahttan ayrılmak durumunda kaldı. Devrimci Hükümet kuruldu. Nisan’da Petersburg’a gelen Lenin “Ekmek, barış, özgürlük” sloganıyla geniş kitlelerin desteğini sağladı. Temmuz ayında başlayan Leninist isyanı başarısızlıkla sonuçlanınca, Bolşeviklerin lideri Lenin kaçtı ve hükümet düştü. Kerensky’nin Başbakan olması ardından, 14 Eylül 1917’de Cumhuriyet ilan edildi. Fakat köylülerin ayaklanması ardından, ülkenin iç durumu iyice karıştı. Bolşevikler (aşırılar) ordunun da devrime karışmasından yararlanarak, “Askeri Devrim Komiteleri” kurdular ve 7 Kasım 1917’de, Hükümet darbesi ile iktidarı ele geçirdiler. Sonrasında Lenin Petersburg’a geri döndü. İhtilal, Rusya İmparatorluğu’nun yapısında radikal değişiklikler meydana getirdi. Ardı ardına “bağımsızlık” ilanları geliyordu. İhtilalin ardından, ilk olarak Ukrayna bağımsızlığını ilan etti (7 Kasım 1917) ve Ukrayna Halk Cumhuriyeti adını aldı. Ardından Beyaz Rusya, Finlandiya, Polanya, Tuva, Moldovya, Kuzey Kafkasya, Kafkasötesi ve Baltık cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan ettiler. 24 Şubat 1918’de Estonya, 22 Nisan 1918’de TransKafkasya Federal Cumhuriyeti, 11 Mayıs 1918’de Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, 26 Mayıs 1918’de Gürcistan, 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan ve Ermenistan, 18 Kasım 1918 tarihinde Letonya bağımsızlığını ilan etti. 1918 yılında Beyaz Ruslar bağımsızlıklarını ilan ettiler ve ülkede iç savaş başladı. Aynı yıl Bolşevikler Kızılordu’yu kurarak Meclis’i dağıttılar. Komünist Merkezi Komite’ye geniş haklar verdi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kuruldu ve Çar II. Nicholas ve ailesi idam edildi.

Bilim ve Teknoloji

Birinci Dünya Savaşı’nda, teknolojinin gücü ortaya çıkmıştı. Savaşlarda artık insan gücünün, neticeyi belirleyici bir fonksiyon olmadığı belli olmuştu. Astrolojide, teknoloji denince akla ilk olarak Uranüs gelir. Özellikle de işin içine tanklar, ağır makineli tüfekler gibi savaş makineleri, uçaklar giriyorsa. Bu savaşta, pek çok teknoloji ilk kez kullanılmıştı. İlk olarak İngilizler tarafından, Batı cephesinde tanklar ve zırhlı araçlar kullanılmıştır. Ayrıca, yeni savaş stratejileri de kullanılmıştı ki, bu da eskiye karşı (Satürn) yeni olanın (Uranüs) galip gelmesine yol açabilecek önemli kozlardan biriydi. Uranüs, dehaya varan yaratıcılıkla da bağdaştırılır. Bu savaşın yeni oyuncusu uçaklardı. Zeplinlerle yapılan bombardımanın yanı sıra, bombardıman uçaklarından ve savaş uçaklarından yararlanılmıştı. Uranüs, havacılık ve uçaklarla bağdaştırılır. Dünyanın ilk paraşüt atlayışı da bu dönemde gerçekleşti. I. Dünya Savaşı’nda hava gücü, daha çok istihbarat elde etme ve düşmanın istihbarat almasını engelleme görevlerinde kullanılmıştı. Tank ve uçaklara karşı olarak da tanksavar ve uçaksavarsilahlar geliştirilmiştir. Satürn ile karşıtlığında, bu tür teknolojinin, biraz da mecburiyet karşısında, gelişmesi gayet doğaldı aslında. Paris ve Londra, bomba saldırılarından en çok etkilenen kentlerdi. Hava baskını uyarısı için, elle çalışan bir siren kullanılıyordu. En beklenmedik anlarda çalan sirenlerin, insanları bir an önce harekete geçip sığınağa gitmeleri için uyarmak için ortalığı çınlatan güçlü sesleri, ister istemez Uranüs arketipini akla getiriyor. Ayrıca ilk defa, zehirli gazlar da savaş alanında kullanılmıştı. Bunun karşılığında, gaz maskesi kullanımı ile zehirli gaz saldırıları etkilerini yitirmiştir. Almanya Ypres Çatışmalarında klor gazı kullanarak tarihteki ilk kimyasal saldırıyı(Kimyasal=Uranüs) gerçekleştirmiştir. İlk denizaltı olarak bilinen Alman U-Botları,ABD‘nin İngiltere‘ye insani ve askeri yardım ulaştırmasını engelleyerek itilaf devletlerine ciddi kayıplar verdirmişlerdir. ABD Destroyeri Liberty (özgürlük=Uranüs) sadece 17 günde inşa edilmişti.

Uranüs-Satürn döngülerinde bilim, mekanizasyon ve teknoloji gibi alanlarda hızlı gelişmeler olur. 1914-1918 yılları arasında, savaş devam ederken, bilim alanında da gelişmeler sürüyordu. Bu yıllar insan dehasının parlaklığına da tanıklık etti (deha=Uranüs). 1918 yılında ABD’li astronom Harlow Shapley, küresel kümeleri incelerken, galaksimizin gerçek büyüklüğünü hesapladı ve merkezinin yerini buldu.1919 yılında Einstein’in İzafiyet Kuramı’nı sınamak ve diğer yıldızlardan gelen ışığın Güneş’in yakınından geçerken ne kadar saptığını ölçmek için 1919 yılındaki Güneş tutulmasını bir fırsat olarak kullanan Britanyalı astrofizikçi Arthur Eddington, ışığın yerçekiminde büküldüğünü keşfetti. Yapılan ölçümler, kabaca da olsa, Einstein’in öngörüsünü destekliyordu. Einstein’ı bir anda dünya çapında popüler ününe kavuşturan şey, bu sonucun açıklanması oldu. 1919 yılında Britanyalı John Alcock ve Arthur Brown Newfoundlan’dan İrlanda’ya kadar hiç durmaksızın bir uçuş gerçekleştirerek Atlas Okyanusu’nu geçmeyi başardılar. Roland Garros Akdeniz’i geçmeyi başarmıştı. Satürn’e karşıt gelen Uranüs, havacılıkta uzak mesafelerin test edilmesine yol açıyordu. Doktor Harri Plotz tifüs aşısını keşfetti. Henry Ford, dünyanın ilk montaj hattını kurdu. Bu, teknolojide çok önemli bir gelişmeydi. 1917’de, İngiltere’deki bir hastanede top mermisi şokundan mustarip askerler için yeni bir aygıt (yenilikler=Uranüs) kullanılmaya başlanmıştı. Tıp dünyasının bunu kabul etmesi uzun zaman alacaktı (muhafazakar bilim dünyası=Satürn).

Kadın Hakları

Satürn-Uranüs döngülerinde, insan hakları, kadın hakları gibi konularda önemli adımlar atılmıştır. Satürn, toplumun kabul ettiği ve değiştirmek istemediği genel geçer kuralları, Uranüs ise, gelişmek için kuralların modernize edilmesi gerekliliğini sembolize eder. Satürn-Uranüs açıları, muhafazakarlığa karşı çıkışla ilgilidir.

Kadınlar, 1900’lü yıllara kadar en uygar toplumlarda bile, ikinci sınıf yurttaş konumlarını kabul etmişlerdi. 19. yüzyılın sonlarında kadınların oy verme hakkına kavuşabilmesi konusu, kadın hakları hareketi için önemli bir aşama temsil etmişti. Satürn-Uranüs karşıtlığının etkin olduğu 1917 ve 1920 yılları arasında ise bu konuda daha önemli gelişmeler olmuştu. Kadınlar seçme hakkının yanı sıra, seçilme hakkı da kazanmaya başlamıştı. 1917‘de Rusya ve eski Sovyet cumhuriyetlerinden bir kısmında kadınlar seçme ve seçilme hakkı elde etmişlerdi. Bu hak 1918 yılı genel seçimlerinde ilk defa kullanılmıştı. İngiltere’nin anti feminist Başbakanı Asquit 1917 yılında kadınlara oy hakkı vermek mecburiyetinde kaldı. 6 Şubat 1918 tarihinde kabul edilen seçim yasasına göre kadınlar bazı şartlarla oy verme şansına sahip oldular. Oy hakkı sadece; 30 yaşını geçen, mülk sahibi veya mülk sahibi ile evli olan, haftada en az 5 pound gelir getiren bir işte çalışan ya da üniversite mezunu olan kadınlara veriliyordu. Diğer kadınlar yine bu haktan mahrum bırakılmışlardı. Bu amaca dahi ulaşabilmek için kadınlar yaklaşık 70 yıllık bir mücadele vermiş ve Parlamentoya 2584 kere başvurmuşlardı. 14 Aralık 1918’de oy hakkını yeni kazanmış İngiliz kadınlar ilk kez İngiliz Parlamentosu seçiminde oy kullandı. Yeni Zellanda‘da seçilme hakkı 1918‘de verilmiştir. Bu yasa tüm ırktan kadınları kapsamaktaydı. 12 Kasım 1918‘de Avusturya kadınlarına oy hakkı vermiş, onu takip eden günlerde 30 Kasım 1918’de Almanya‘da kadınların seçme ve seçilme hakkı yasayla garantilenmiş ve 19 Ocak 1919 seçimlerinde kadınlar ilk defa oy kullanmıştı. 1919 seçimlerinde, Astor Vikontu Nancy Witcher Langhorne, ABD doğumlu olmasına karşın, İngiltere Parlamentosu’ndaki ilk kadın milletvekili oldu. 1920 yılında, Amerikan kadınlarına erkeklerle eşit bir temelde oy hakkı veren Yasa Değişikliği onaylandı.Kanada‘da Quebec bölgesi hariç, kadınlar 1917‘de seçme ve 1920’de seçilme hakkı elde etti. Amerika Birleşik Devletleri‘nde 1920 yılında yürürlüğe giren anayasadeğişikliği ile ülke genelinde kadınlara oy verme hakkı tanınmış, Kasım 1920’de kadınlar ilk parlemento seçimlerine katılmışlardı.

Asrın Salgını: İspanyol Gribi

Tüm dünyada 1918 yılında etkili olan “İspanyol gribi” 18 ay içinde 50 ile 100 milyon arası insanın (o dönemde yaşayan nüfusunun %5’i) ölümüne sebep olarak insanlık tarihinde bilinen en büyük salgın olmuştur. İspanyol Gribi’nin özelliği, zayıf, yaşlı ve çocuklardan çok, sağlıklı genç erişkinleri etkilemiş olmasıydı. Birinci Dünya Savaşı’nın son aylarında tüm dünyayı etkisi altına almış, hatta kimi tarihçilere göre dört yıl süren savaşın sona ermesinde önemli bir etken olmuştur. Son yıllarda “kuş gribi” nedeniyle dünya basınında tekrar adından söz edilen hastalık, İngilizceden çeviri nedeniyle “İspanyol Gribi” olarak anılmaya başlanmıştır. Amerika’da yapılan bir araştırmada, 1918 yılındaki öldürücü grip salgınından kurtulmayı başaranların, halen grip virüsüne karşı bağışıklığa sahip olduğu sonucuna varıldı. Araştırmanın  sonuçlarına yer veren Nature dergisi, “İspanyol gribi” denilen salgından kurtulanların vücutlarının hala antikor üretebildiğini, bunun da ileride olası salgınlar için tedavi yöntemleri geliştirilmesine yardımcı olabileceğini yazdı.

Dolunay Fazı 1965-1967 yılları arası 

Satürn Uranüs karşıtlığının Plüton’la da irtibat kurduğu altmışlı yıllar devrimlerin, sivil toplum hareketlerinin, skandalların, aşırılıkların, toplumsal karmaşa ve kaosun patlama yaptığı yıllardı. Satürn ve Uranüs kutupsal enerjileri sembolize eder. Bu iki gezegen dolunay fazında olduklarında, yani karşıt açıya geldiklerinde, birbiriyle çelişen polariteler iş başında olur. Altmışların en belirgin polariteleri, kapitalizm ve komünizm, özgürlük ve totaliter rejim kavramlarıydı. Irkçılık, savaş ve nükleer silahlanma sürerken, bir yandan da bunlara karşı yoğun protestolar vardı. Tipik bir Satürn-Uranüs döngüsü özelliği olarak, insan hakları konusu çok önem kazanmıştı. Amerikalı siyahlar, eşit haklar talep ediyordu. Binlerce insan Martin Luther King’i dinlemek için meydanlarda toplanıyor, sivil halk yürüyüşleri yapılıyordu. Buna karşılık, beyazların üstünlüğünü savunan Ku Klux Klan üyeleri de seslerini duyuruyordu. Ian Smith önderliğindeki beyaz yerleşimciler, siyah çoğunluğa karşı Güney Rodezya’nın bağımsızlığını ilan ettiler. 1965 yılında, Afrika kökenli Amerikalı Malcom X öldürüldü. Ardından Los Angeles’te siyahlar ayaklandı. 1966 yılında zenci insan hakları savunucuları “Kara Panter”i kurdular. 1967 yılında, Amerika Birleşik Devletleri mahkemesi güneydeki okullarda ırk ayrımı ilkesine son verilmesini kararlaştırdı. Satürn-Uranüs döngülerinde uzay teknolojisinde gelişmeler yaşanır ve silahlanma karşıtı eylemler görülür. 1967 yılında uluslar arası bir anlaşma ile uzayda silahların toplanması yasaklandı. Düzeni temsil eden Satürn karşısında, düzensiz ve isyankar Uranüs olunca her türlü kuruma karşı çıkış vardır. Uranüs aydın kesimi sembolize eder; ama bunun yanında mevcut düzene ve gidişata karşı çıkan, kaos yaratan yönü de vardır. 1968 yılında Paris’teki öğrenci polis çatışmalarında 422 kişi tutuklanmış, 600 den fazla kişi yaralanmış, otobüs ve arabalar ateşe verilmişti. 1969 yılının 16 Şubat’ında İstanbul Beyazıt meydanında, ABD’nin 6. Filo’sunu protesto etmek için 76 gençlik örgütünün toplandığı sırada meydana gelen olaylarda yaklaşık 200 kişi yaralandı, iki kişi bıçaklanarak öldü.

Savaşlar, Darbeler, Bağımsızlık Hareketleri

Altmışlarda, Satürn Uranüs karşıtlığının isyankar, egemenlik kabul etmeyen, bağımsızlık arzusunu tetikleyen etkileri güçlü bir şekilde devredeydi. Satürn, alışılmış düzenin, Uranüs ise ani düzen değişikliklerinin, devrimlerin simgesidir. Altmışlı yılların ortalarında dünyanın pek çok yerinde savaşlar, askeri darbeler ve bağımsızlık hareketleri görülüyordu. 1965 yılında ABD orduları Kuzey Vietnam’ı bombalamaya başladılar. Avustralya, Yeni Zellanda ve Güney Kore Vietnam’a asker yolladılar. Aynı yıl, Hindistan ve Pakistan arasında savaş patladı. Cezayir’de Houari Boumedienne, başkan Ahmed Ben Bella yönetimini devirdi. Singapur ve Gambiya bağımsızlıklarını ilan ettiler. 1966 yılında Gana’da askeri darbe sonucu başkan Nkrumah yönetimi devrildi. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Albay Jean Bokassa bir darbe gerçekleştirdi. Arjantin’de ordu Peron’un yeniden iktidara gelmesini önlemek için yönetime el koydu. 1967 yılında Çin Halk Cumhuriyeti ilk hidrojen bombasını patlattı. Aynı yıl “Altı Gün Savaşları”nda Filistinli mültecilerin mücadelesine rağmen, İsrail askerleri ani saldırılarla Batı Şeria’da kontrolü ele geçirmişlerdi. İsrail Hava Kuvvetleri komutanlarından Mordeçay Hod “Toprak üzerindeki her şeyi kıyma gibi kıyacağız” demişti. O yıl devrimci Che Guavera öldürüldü. 21 Nisan 1967’de Albaylar Cuntası Yunanistan’da darbe yaptılar. Darbeden sonra Kral II: Constantine ülkeden kaçmak zorunda kaldı. İngiltere’nin Kıbrıs’taki İngiliz üstlerinin Türkiye’ye verilmesi çözüm önerisini kabul etmeyen Rumlar, bölgede şiddete başvurdular ve 16 Kasım’daki saldırıda 24 Türk öldürüldü, bazı köyle işgal edildi. Bu durum üzerine hükümet, Yunan askerlerinin adayı boşaltmasını istedi. Türk jetleri uyarı uçuşlarına başladılar ve savaş gemileri Girne açıklarına yanaştı. Gerginlik doruk noktasındayken, 29 Kasım’da Yunanistan Türkiye’nin şartlarını kabul etti ve Kıbrıs’ta geçici Türk yönetimi ilan edildi. 1967’de Biafra Nijerya’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etti ve iç savaş başladı. Bu iç savaş Biafra’da kıtlık başlamasına sebep oldu. Britanyalılar Aden’i boşalttılar ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti kuruldu. 1968’de Swaizailand bağımsız bir krallık oldu. Aynı yıl Ekvator Gine’si İspanya’dan bağımsızlığını kazandı. 1969 yılında Albay Muammer Kaddafi Kral İdris’i devirdi. Dünyanın güney bölgelerinde karışıklık ve kaos yaşanıyordu. Güney Afrika’nın birçok yerinde kanlı savaşlar vardı. Cezayir, Kenya, Kıbrıs, Aden ve Nijerya bağımsızlık mücadelesi nedeniyle parçalanıyordu.

Altmışların ortalarında, tipik bir Satürn-Uranüs karşıtlığı özelliği olarak, reformist hareketler dikkat çekiciydi. 1966’da Mao Zadung Çin’de kültür devrimini başlattı. 1968’de Çek politikacı Alexander Dubcek ülkede reformlar yapmaya başladı. “Prag Baharı” olarak adlandırılan bu hareketle Çekler komünist yönetimi ‘sosyalist demokratik bir devrimle’ yumuşatmak ve reformdan geçirmek istemişlerdi. Ancak 670 bini aşkın asker ülkelerini işgal için gönderildi. Sovyet işgali ile “Prag Baharı” sona erdi.

Grevler

Satürn Uranüs karşıtlığının bir başka dikkat çeken yönü çalışan kesimin mevcut düzene isyan etmesi, baş kaldırmasıdır. Sendikaların yaptırım güçlerinin arttığı, grevlerin çoğaldığı dönemler, bu iki gezegenin periyotlarında daha da belirginleşir. Bunun önemli bir örneğini Türkiye’den, bekledikleri hakların verilmemesi üzerine Zonguldak kömür işletmelerinde çıkan grevlerden verebiliriz. 11 Mart 1965’te Zonguldak’ın 5 kmuzağındaki Gelik Kömür ocağında çalışan 1500 işçinin greve başlamasının ardından, Karadon, Kilimli, Çaydamar, Asma bölgelerinde çalışan madencilerin de bunlara eklenmesi üzerine 40.000 kişinin çalıştığı Zonguldak havzasının en büyük maden bölgesi olan Kozlu’ya işçiler hakim oldu. Hükümet askeri birlikleri olay yerine gönderdi. Çıkan olaylarda iki işçi öldü, işçi ve jandarmalardan 15 kişi yaralandı. 15 bin kişi jandarma nezaretinde işten çıkarıldı. Protesto grevine katılmış diğer işçiler ise askeri birlikler tarafından maden kuyularına indirilip çalışmaya mecbur edildi. Olayların ortaya çıkmasından sonra hükümet içinde ve halk arasında tepkiler gelmeye başladı. Hükümetin tavrı eleştirildi. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonuna bağlı olmayan 9 sendika ve federasyon ile Ankara’daki yüksek okulların öğrenci birlikleri 17 Mart 1965’te protesto yürüyüşü düzenledi.

Her Alanda Değişim

Uranüs değişimin, yeniliklerin, ileri görüşlülüğün ve liberalliğin gezegenidir. Altmışlarda, dünyada spordan sanata, eğitime, siyasete kadar, hayatın her alanında değişim vardı. 1961 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde John Kennedy, 43 yaşında Başkan seçilmişti. Bu pozisyon için çok genç olduğu düşünülüyordu ama önemli değişim rüzgarları estirmeye başlamış, Amerikan toplumunun kendisini yeniden tanımlamasına sebep olmuştu. Eğitim çok önem kazanmıştı. İlericiler ve liberaller okullarda fiziksel cezaya son verilmesini istiyorlardı. Evlerdeki televizyon sayısının giderek artması, toplumun kültürel gelişimine önemli katkıda bulunuyordu. Ama, Satürn-Uranüs karşıtlığının bir özelliği olarak toplumda hemen her konuda tutarsızlık, karşıt görüşler ve uzlaşmazlık da vardı. Kimilerine göre iyi olan şeyler, kimilerine göre kötüydü. Kennedy, Kruşçev gibi liderlerin dünyayı kurtardığına inananlar da vardı, tam tersini düşünenler de. Kimileri erkeklerin renkli ve çiçekli kıyafetlerini, saç şekillerini, kadınların mini etek giymelerini ve saçlarını kısaltmalarını insanlığı ahlaki çöküşe ve anarşiye götüreceğini düşünürken, kimileri bu yeni tasarımların ve modellerin özgürlüğü yansıttığını düşünüyorlardı.

Satürn ekonomik olmayı, kendini kısıtlamayı temsil eder. Uranüs ise kısıtlanmanın, monotonluğun ve istikrarın karşısındadır; aşırılıklara meyillidir. Almışlarda lükse eğilim artmıştı. Kaynaklar (Satürn) müsrifçe kullanılıyordu ve aşırı bir tüketim söz konusuydu (Uranüs). Müzik ve sinema sanatçıları bu aşırılıkların öncülüğünü yapıyordu adeta.Marilyn Monroe aşırı dozdan hayatını kaybetti. Elvis Presley aşırı yeme hastalığına kurban gitti. Sosyal ve kültürel devrim (Uranüs), modada, sanatta ve müzikte belirgin bir biçimde hissediliyordu. İngiliz “The Beatles” topluluğu, birçok yeni müzik tarzının ortaya çıkmasına yol açmıştı. Rock müzik giderek yaygınlaşıyordu. Bu tür müzik tam bir Uranüs arketipidir. Hair müzikali sahnelere çıplaklığı getirmişti. John Lennon ve eşi Yoko’nun kendi istekleriyle çektirdikleri çıplak fotoğraf da insanları şok etmişti (Satürn toplum gelenekleriyle, Uranüs ise toplum geleneklerine karşı çıkan şok etkisi yaratan sıra dışı durumlarla ilgilidir). Gençler değişik kıyafetler giyiyor, esrar içiyor, yüksek sesle müzik dinleyip dans ediyor, çete savaşları yapıyor, silah taşıyorlardı. Amerika’da küçücük kızlar makyaj yapmaya başlamıştı. Çin’de ise “Gençlik ve Güç Bayramı” kutlanırken kızların ellerinde makineli tüfekler vardı.

Keşifler ve İcatlar

Satürn-Uranüs döngüleri, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri de beraberinde getirir. Altmışlarda bilim ve teknoloji alanlarında da hızlı gelişmeler vardı. 1965 yılında ABD’li fizikçiler Kozmik Fon Radyasyonu keşfettiler. 1966 yılında Britanyalı mühendisler Charles Kao ve George Hockham fiber optik telefon kablosunu icat ettiler. 1967’de Güney Afrikalı cerrah Christian Barnard ilk kalp nakli ameliyatını gerçekleştirdi. 1969’da Fransızlar Concorde adını verdikleri yolcu uçağı ile ilk uçuşunu gerçekleştirdi. 1969’da ABD’li mühendis Douglas Engelbart bilgisayarda kullanılan mouse’u keşfetti. Uranüs2ün arketipsel özelliği olarak bu döngüde, insanlığın uzay çağına ilerlemekte olduğu apaçık kendini belli etmeye başlamıştı. “Süper Güçler” artık uzayda da yarışmaya başlamıştı. Uzaya ilk giden Sovyetler Birliği oldu. 12 Nisan 1961’de Yuri Gagarin uzaya ilk adım atan insan olarak tarihe geçti. Bu insanlık tarihinde bir dönüm noktasıydı. Çeşitli ülkeler uzaya uydu gönderdiler. Bunlardan birisi de 1965 yılında Fransa olmuştu. 1965 yılında ABD’ye ait Marinar IV uzay aracı Mars’ın yörüngesine girip, fotoğraflar çekip Dünya’ya döndü. 1966 yılında SSCB’ye ait Luna 9 uzay aracı Ay’ın yüzeyine indi. 1967 yılında Apollo 1 uzay gemisinin infilak etmesiyle üç astronot uzay yarışında hayatını kaybetti. 1968’de ABD’li astronomlar Apollo 8 aracıyla Ay’ın yörüngesine girdiler. 21 Temmuz 1969 Amerikan astronot Neil Armstrong Ay yüzeyine basan ilk kişi oldu ve Tranquility denizine ay inişi yaptı.

Doğal Felaketler

Satürn-Uranüs karşıtlığının en etkin olduğu 1965-67 yılları arasında doğal felaketler ve kazalar da dikkat çekiciydi. Uranüs depremlerle, doğal felaketlerle, beklenmedik ve travma yaratan durumlarla ilgilidir. 21 Ekim 1966’da, küçük bir madencilik (Satürn) kasabası olan Aberfan’da kömürle dolu bir tepe (Satürn) kasabanın üzerine kaydı, 141’i çocuk 144 kişi hayatını kaybetti. 1966’da Floransa yaşanan su baskınında 40 kişi ölmüş, çok büyük maddi hasar meydana gelmişti. Nehir kenarındaki çoğu evde bu su baskınının izleri günümüzde halen görülür. Türkiye’de Varto’da 7 Mart 1966’da 14 kişinin ölümüne ve 75 kişinin de yaralanmasına sebep olan 5.6 büyüklüğünde, 19 Ağustos 1966’da 2394 kişinin ölümüne ve 1489 kişinin ölümüne ve 1489 kişinin yaralanmasına sebep olan 6.9 büyüklüğünde iki büyük deprem meydana geldi. 1967 yılında Torrey Canyon felaketi yaşandı. Dev bir petrol tankeri Scilly Adası yakınlarında karaya oturunca kirliliğin yayılmasını önlemek için İngiliz Hava Kuvvetleri kirliliğin yayılmasını önlemek için enkazı bombalamıştı. 22 Temmuz 1967’de Adapazarı’nda 7.2 şiddetinde deprem oldu: 89 kişi öldü, 235 kişi yaralandı.

1960’ların devamı olarak 2010’lar

1960’larda karşıt açıda olan Satürn ve Uranüs, 2008’den itibaren yine karşı karşıya gelmeye başladılar ve bu faz 2011 yılının sonbaharına kadar etkinliğini sürdürecekler. Bu, 1960’larda yaşanan fazın aynısıdır. Ama bu kez, fazı oluşturan iki gezegen daha önceki burç konumlarının tam karşısındalar. Dolayısı ile, daha önce yaşananlara temel olarak benzemekle birlikte, karşıt temalar da gündeme gelecektir. Adeta roller değişmiştir. Örneğin 1960’lı yıllardaki dolunay fazında ABD’de seçimi muhafazakar Cumhuriyetçiler kazanırken, bu kez 2008 yılının 4 Kasım’ında faz tam derecesine ulaştığında, bu kez kazanan, değişimi taahhüt eden Demokratlar olmuştur. Bazı farklılıklar olmasına rağmen, bu iki dönem arasında benzerlikler de çoktur pek tabii. Otoritenin sorgulanması, büyük kurumların yaşadığı şoklar, statükonun yıkılması gibi kavramlar, bu iki dönemin benzerlikleridir. İçinde bulunduğumuz dönemde, devrimsel nitelik taşıyan darbeler ile birçok seviyede ve birçok şekilde bozuk giden düzen değiştirilmeye çalışılacaktır.

Aslında, Satürn ve Uranüs’ün aynı derecede oldukları yeniay fazında nelerin tohumlarının ekildiğine bakarak, 2008-2012 yılları arasındaki dönemde nelerin biçileceğini, sonuçlanacağını, karşılık olarak nelerin alınacağını, nelerin meyvesini vereceğini anlayabiliriz. Bu ikilinin yeniay fazı 1980’li yılların ikinci yarısına denk gelmektedir. Bu yıllarda Sovyetler Birliği’nin beklenmedik bir şekilde çökmesi söz konusuydu. Aslında bu çöküşün nedeni dışarıdan gelen saldırılar değildi. En önemli sebeplerden biri, ekonominin iflasıydı. Uzun süredir devam eden bozulmalara, halkın verdiği tepkiler de eklenmişti. 80’lerde, ABD’de ve Avrupa’da inanılmaz paralar kazanılıyordu. Hükümetler destekleyici, vergiler düşük ve kar payları yüksekti. Ama 19 Ekim 1987’de, Dow Jones endeksinin 508 puan düştüğü gün, para piyasalarının da çöktüğü gündü. 1929’daki “Büyük Depresyon” kadar etkili olmasa da, insanlar çok büyük paralar kaybetti. Bu yeniay fazıydı ve sadece bir başlangıçtı. Şimdi biz bu fazda başlayan etkilerin, daha gözle görülür sonuçlarının oluşmasını beklediğimiz dolunay fazına ilerliyoruz…

Güç Dengeleri Değişiyor!

1910’lara, 60’lara ve 80’lere benzer, ama daha vahim bir şekilde, 2010’lara girerken, günümüze kadar “Süper Güç” olarak görülen devletlerin gözle görülür ve hızlı bir biçimde yokuş aşağı ilerlemeye başladıklarına, ekonomilerinin gözle görülür bir biçimde çöküşe geçmesine şahit olabiliriz. Aynı senaryo, büyük ve yıkılmaz gibi görünen kurumlar için de geçerlidir. 2008 yılının sonlarından itibaren, Plüton’un Oğlak burcuna geçişiyle birlikte, daha da derinleşmeye başlayan bu etkiler, en çok da ABD için zorlayıcı zamanlara işaret ediyor. 2010 ve 2011 yılları “Süper Güçler” olarak adlandırılan devletler için son derece belirleyici etkiler taşıyor.

Özellikle 2011 yılı, ABD için gerek yönetimsel, gerekse kendi temel değerlerini gözden geçirmek bağlamında yıpratıcı bir dönem olacağa benzer. Zira 2011’de, sosyal ve siyasi alanda olduğu kadar, ekonomik alanda da oldukça zorlu bir sürece giriliyor olacak. 24 Ekim 1929’da Wall Street’in çöküşü olarak tanımlanan “Kara “Perşembe” ve takip eden günlerdeki gökyüzü hareketlerini takip ettiğimizde, Uranüs’ün Koç burcunda olduğunu ve Yengeç burcunda bulunan Plüton ile kare açı yapmakta olduğunu görüyoruz.

2011 yılında bu kombinasyon tekrarlanıyor. Uranüs yine Koç burcunda iken, Plüton bu kez 1929’daki konumunun tam karşısında, Oğlak burcunda olacak. 2011-2015 yılları arasında, ABD astrolojik haritasında Yengeç burcunda yerleşmiş olan gezegenler, transit Plüton, Satürn ve Uranüs’ten ardı ardına sert açılar alıyor olacaklar. Bu sert açıların en zorlayıcısı, 2014 ve 2015 yılları arasında gökyüzünde birbirleriyle doksan derecelik açı yapan Uranüs ve Plüton’un, ABD haritasının Güneş derecesine aynı derecede sert açılar oluşturacağı zamanlarda geliyor. Özellikle de 2014 yılında Terazi burcunda uzun zaman kalacak olan Mars’ın Uranüs-Plüton karesini tetikleyeceği aylar, idari, ekonomik, sosyal ve fiziksel açıdan oldukça zorlayıcı zamanlara işaret ediyor. ABD’nin eski gücünü korumasının çok zor olacağı zamanlar bunlar…

 

22 Nisan 2014 tarihi için çıkarılmış ilginç haritada, 13 derece Yengeç’te yerleşmiş olan Jüpiter ile 13 derece Terazi’de yerleşmiş olan Mars da devreye girdiği zaman, gökyüzünde öncü burçlarda büyük kare meydana geliyor ve bu konfigürasyon ABD haritasının Güneş derecesini sert bir şekilde sıkıştırıyor. Transit Mars’ın ABD astrolojik haritasının tam da Satürn derecesinin üzerinde olması çok ilginç! Transit Güneş de menkul kıymetleri anlatan 5. evden transit etmekte. Bu görünüm ekonomide, borsada büyük çöküşe işaret edebilir. Daha da fazlası, bu sert etkiler temelden sarsıntıları ve yıkıcı etkileri gösterebilir!

2016 yılına gelindiğinde, ABD için her şey bugünkünden çok daha farklı olacağa benzer! Çünkü bu tarihe gelindiğinde ise, aynen 1929 yılında olduğu gibi, transit Satürn yine ABD astrolojik haritasının yükselen derecesinden transit ediyor olacak. Daha ileri dönemlerde, Plüton’un ABD astrolojik haritasında bulunduğu dereceye dönüş yapıyor olması çok ilginç deneyimler yaşanacağını işaret ediyor. Bu döngü 2022 yılında sona erecek ve kuruluş anında ekilen tohumlar sonuçlarını bu yılda verecek. ABD haritasının ekonomi ile ilişkilendirilen 2. evinde Plüton’un Oğlakta olması, iktidar ve finansın ortak gücünü göstermektedir. Bu şartlarda, Plüton’un aynı dereceye dönüş yapıyor olması, ekonomik düzenin ve anlayışın büyük dönüşüme uğrayacağının işaretçisidir!

Postmodern Siyaset

1980’lerdeki yeniay fazında, dünyanın pek çok bölgesinde isyan ve devrim vardı. Haiti, Polonya, El Salvador, Filipinler ve Panama’da hükümetler devrildi. Doğu Almanya’da değişim rüzgarları hızlı esmişti. Hükümet vatandaşlarına özgürlük tanımak durumunda kalmıştı. Kasım 1989’da, Berlin duvarının yıkılışı, 20. yüzyıla damga vuran, devrim niteliğinde (Uranüs) bir gelişmeydi. Dünyada komünist rejim (Satürn) sona eriyordu. Sovyetler Birliği’nde reform dürtüsünü ortaya çıkartan kişi Mikhail Gorbaçov oldu. Rusların daha önce görmediği türden bir liderlik vasfı sergiliyordu. Fikir ve ifade özgürlüklerini anlatan “Glastnost” sözcüğünün çok popüler olduğu günlerdi. Gorbaçov, Glastnost hamlesi ile topluma elini uzatmış, böylelikle toplumu arkasına almayı başarmıştı. 1980’ler postmodern (Uranüs) siyasetin (Satürn) başlangıcı olarak görülebilir.

2008 yılı sonlarında başlayan ve 2011 yılında da etkili olmaya devam edecek olan Satürn-Uranüs karşıtlığı, seksenlerde başlayan özgürleşme arzusunun belirgin bir şekilde patlama noktasına varacağını gösteriyor. Hükümetlerin otoritelerinin sarsılacağı bir dönemden geçiyoruz. Baskı uygulayan rejimlerin ve yönetim tarzının, ayaklanmaları, isyanları beraberinde getireceği gerçeğini gören ve halkla bütünleşme içerisine girmeyi başaran yönetimler güçlenirken, tam tersini ortaya koyan yönetimler başarısız olmak durumunda kalacaklar. Fikir ve ifade özgürlüğünün önünün açılması, yeniliklere, reformlara daha açık olunması, Satürn-Uranüs karşıtlığının bir gerekliliğidir.

Sosyal Adalet

İçinde ilerlediğimiz dolunay fazının, 1980’lerin sonlarında başlayan yeniayı, insan haklarını hiçe sayanlara karşı protestoların, isyanların ve çatışmaların dönemiydi. Modern Batı’da dejenerasyon yaşanırken, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde yoksulluk, hastalık, açlık, baskı ve zulüm hüküm sürmekteydi. Güney Afrika ve Güney Kore’de ayaklanmalar vardı. 1987’de, Johannesburg’da grevcilerle polis arasında çatışmalar çıkıyordu. Bu, Güney Afrika’da şiddetin giderek tırmandığı bir dönemdi. Tipik bir Satürn-Uranüs döngüsü özelliği olarak, Avrupa’da da grevler, ayaklanmalar oluşuyordu. Güney Londra’da grevler vardı. Maden işçileri, hükümetin kendilerine ihanet ettiğini düşünüyorlardı. Kuzey İrlanda ve Fransa’da da ayaklanmalar patlak vermişti. 1989 yılında Çin’deki yaşlı yöneticilere isyan bayrağı açan öğrenciler, Tiananmen Meydanı’nı sürekli işgal altında tutuyorlar, gösteriler düzenliyorlardı. Romanya’da özgürlük isteyen halk, sokaklara dökülüyordu. Kasım 1989’daki Genel Grev sırasında Prag sokaklarını dolduran işçi, öğrenci ve aileler, Komünist Başbakan Ladislav Adamec’in tek parti iktidarını bırakmasını sağlamışlardı. Bu da tam bir Satürn-Uranüs kombinasyonu arketipiydi. Satürn mutlakiyetle, Uranüs ise demokrasi ile ilgilidir. Uranüs adil bir sistem arzusundadır ve bunu başkaldırarak, isyan çıkartarak yapar. Konuşma özgürlüğü ister. Tam tersine, Satürn bastırma eğilimindedir. Uranüs’ün isyanları bazen sınırını aşabilir, liberalleşme adına şiddete yönelme ortaya çıkabilir. Bu döngüler esnasında insan hakları konusunda protestolar ve ayaklanmalar, işçi-işveren arasındaki huzursuzluklar görülür. Ekonomik krizler, işten çıkarılmalar bu gerilimin daha da artmasına sebep olur. Bu durum özellikle de batılılaşmış ülkelerin ekonomisi için geçerli olmuştur.

Satürn Uranüs karşıtlığı ülkelerin ekonomik sistemlerinde güven krizi yaşanmasının da işaretçisi olmuştur. Diğer taraftan daha önceki dönemlerde bu iki gezegenin döngülerinde çevresel, ekolojik ve insani konulara yeterince önem verilmemiştir. Nükleer silahsızlanma konusu da vurgulanır ve tüm bu konularda yoğun protestolarla karşılaşılır. Bu etkiler özellikle de Satürn’ün Terazi burcunda ve Uranüs’ün de Koç burcunda karşılıklı hareket edeceği dönemlerde iyice belirginleşecektir. 2010-2011 yılları isyankar çıkışların, protestoların abartılı bir şekilde ortaya konulacağı zamanlar olacak. İnsan hakları konusunun çok ama çok önem kazanacağı bir sürece doğru hızla ilerliyoruz. İncelemelerimde, özellikle Satürn-Uranüs döngülerinde hep bu konunun vurgulandığını gördüm. Kadın hakları konusunu da bunun içerisine dahil edebiliriz. 2010’lu yıllar, bu konuda önemli ölçüde aşama kaydedilecek olduğunu düşünmek için astrolojik olarak haklı sebeplerimiz var. 

Muhafazakarlık-Liberallik Çelişkisi

Satürn-Uranüs karşıtlıklarında geçmişi muhafaza etmek (Satürn) ile geleceğe yönelmek (Uranüs) arasında büyük çelişkiler yaşanır. Satürn ve Uranüs kutupsaldır. Satürn, otoriteyi ve geleneği, yaşlı ve kurulu düzeni, statükoyu, hiyerarşiyi ifade eder.Uranüs ise geleneklere karşı çıkan, kurulu düzeni hatalı ve gerici gören, büyük değişimler vaat eden, isyankar, statükoya ve hiyerarşiye karşı çıkan bir enerjiyi ifade eder. Bu iki gezegenin tanımları, 4 Kasım’da yapılan ABD Başkanlık Seçimi’nin başrol oyuncuları olan John MCCain ve Barack Obama’yı tarif etmiyor mu ne dersiniz? Satürn yaşlılık (MCCain) Uranüs gençlik (Obama) ile bağdaştırılır. Satürn gelenekçilik (MCCain) ve Uranüs ile yenilikçilik (Obama) ile ilişkilendirilir. Seçimlerden önceki süreçte, Amerikan halkı da bu kutupsallığın içinde kalmıştı.

4 Kasım 2008’dekine benzer bir Satürn-Uranüs karşıtlığı söz konusu iken, 1968 yılında Cumhuriyetçi Başkan Nixon seçimleri kazanmıştı. Seçmenler, kendini “sessiz çoğunluğun” değerlerini korumaya adayan bir Cumhuriyetçi lehine oy kullanarak, radikal bir kültürel değişimi reddetmişlerdi. Fakat 2008 yılı 4 Kasım’ında, ABD seçimlerinde ortaya çıkan sonuçlarda, bu durumun tam tersini gözlemledik. Bu kez seçimlerde zaferi, ulusun düzenini yeniden kurmayı vaat eden aday kazandı: Barack Obama!

ABD ilk siyahi Amerikan başkanını seçti ki, bu da beyazların hakimiyetindeki Amerikan siyasi tarihine karşı bir devrim niteliğindedir. Obama, 1960’larda “Bir rüyam var” diyen Martin Luther King’le özdeşleşen söylemleriyle Beyaz Saray’a tırmanmayı başardı. ABD’de ve dünyada milyonlarca insan ırkçılığa, ayrımcılığa karşı sivil haklar mücadelesini eşitlikçi, sosyal adaletçi, barışçı yaklaşacağını vaat eden Obama ile yeni bir çağa girildiğine inanıyor. Umarım gerçekten de böyle olur. Ama doğum haritası üzerinden yaptığım değerlendirmelerde, olayların pek de umulan gibi gelişmeyeceğini, Obama’nın oldukça zorlu bir döneme ilerlediğini saptıyorum.

Bilimsel ve Teknolojik Gelişmeler

Uranüs Satürn döngülerinde bilim, mekanizasyon ve teknoloji gibi medeniyete ve ilerlemeye katkısı olan konulara daha fazla ağırlık verme eğilimi vardır. Bilimsel ve teknolojik alanlarda yeni ve önemli projeler ortaya çıkar. Genetik, biyoteknoloji, mekanizasyon, uzay teknolojisi, nükleer enerji gibi konularda ve bilişim sistemlerinde hızlı gelişmeler yaşanır.

1980’li yıllarda Microsoft’un kurucusu Billy Gates, dijital devrimi başlatmıştı. Özellikle 1985 sonrası, enformasyon ve bilgisayar teknolojilerinin şekillendirdiği yeni bir döneme girilmişti. Teknoloji, derinleşen mali piyasalar, bilgisayar ağlarına dayalı işbölümü, kalite kontrolü, esnek üretim ve tek kutuplu dünya bu dönemin karakteristiğiydi.Küreselleşme kavramı da 1980’lerde yaşanan hızlı gelişmelerle paralel olarak ortaya çıktı ve bugünlere ulaşma konusunda en önemli sıçramalar seksenli yılların ortalarından itibaren hızlandı. Küreselleşmeyi ateşleyen şey üretim, ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerdi. 1980’ler boyunca bilişim teknolojilerinin rekabetçi üstünlük üzerindeki etkileri üzerinde fikirler ileri sürülmüş, birçok araştırmanın temelini işletme stratejisi ve politikaları ile bilişim sistemlerinin bütünleştirilmesi oluşturmuştu. Şimdilerde ise, seksenlerde başlayan yeniay fazının görünür olacağı dolunay fazında, çok daha büyük sıçramalara, kuantum sıçraması olarak adlandırılabilecek hızlı gelişmelere doğru ilerlemekteyiz.

Bilimsel Tabular Yıkılıyor

Satürn-Uranüs açıları, muhafazakarlıktan radikalliğe dönüşün göstergesi olmuştur tarihte her zaman. Bu gelişmeler bilim dünyasında da yaşanır ve başlangıç aşamasında bazen inançlarla çelişir. Bu konulardan birisi de klonlamadır. Bu konuda çalışmaların kökeni 1938’e dayanır. 1952 yılında Robert Briggs ve T. J. King, ilk klonlama deneyini gerçekleştirdiler. İleri aşamadaki bir kurbağa yumurtasının çekirdeği pipetle çekilerek çıkarıldı ve başka bir kurbağa yumurtası içine aktarıldı. Ancak deney sonunda yumurta gelişmedi. 1970 yılında aynı deney yine kurbağalar üzerinde John Gordon tarafından denendi. Daha iyi bir sonuç alındı. Kurbağa yumurtaları, iribaş olana kadar gelişti ama daha sonra öldüler. 1984 yılında ise bu konuda önemli bir gelişme oldu. Steen Willadsen, olgunlaşmamış koyun embriyo hücrelerinden yaşayan bir kuzu klonladığını açıkladı. Daha sonra Willadsen, inek, domuz, keçi, tavşan ve rhesus maymunu da kullandı. Bu deneylerde çok hücreli koyun embriyosundan çekirdek alınıp yumurta hücresine aktarılıyordu. Daha sonra hücre bölünmesi başlıyor, fetus oluşuyor ve gelişme devam ediyordu. Bu gelişme, 1990’lı yıllarda daha gelişkin embriyo hücrelerinin klonlamasına imkan sağlayacaktı. Klonlama sonucunda dünyaya gelen ilk canlı Ian Wilmut ve ekibinin çalışmaları sonucunda 1997’de klonlanan Dolly adlı koyundu. Bu noktada klonlama tartışmaları alevlendi ve klonlama, bilim tarihinde en çok tartışılan şeylerden biri haline geldi. Bazı bilim adamları, klonlamanın insanlık için büyük bir gelişme olduğunu ileri sürerken, bazıları da bu çalışmaları insanlık ayıbı olarak görüp, kesinlikle engellenmesi gerektiğini düşünüyordu. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülke sınırları içerisinde klonlama ile ilgili çalışmaların yapılmasını yasakladı.

Bilimsel konularda da, hayatın diğer alanlarında olduğu gibi, bildiğimiz kalıpların, tabuların kırılacağı günlerin içerisindeyiz ve 2009-2011 geçişinde bunu belirgin bir şekilde yaşadık ve yaşamaya devam edeceğiz. Bu yıllardan itibaren, bilimsel konularda veya inançlarda bilinen ve gözle görülen gerçeklik kavramının ötesine geçme çabaları yoğunlaşacaktır ve bu girişimler muhafazakar bilim dünyası veya din otoriteleri tarafından pek de hoş karşılanmayacaktır. Klonlama, tartışılacak önemli konu başlıklarından birisi olacak, ama sadece klonlama konusuyla sınırlı kalmayacaktır kuşkusuz. Evrenin oluşumu konusunda şimdiye kadar ortaya koyulan teorilerin sarsılması da, kuvvetle muhtemeldir.

Yakın geçmişte,bunun belirgin örneklerini yaşamaya başladık bile. 10 Eylül’de Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nde (CERN) yapılan büyük patlama deneyinde, evrenin oluşumundaki (Satürn) sırları ortaya çıkarması (Uranüs) hedefleniyordu. Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) isimli parçacık hızlandırıcısında, atom çekirdeğindeki protonlar çok yüksek enerjiyle çarpıştırılacaktı (Satürn Uranüs karşıtlığı). Şimdiye kadar inşa edilen (Satürn) en büyük ve en yüksek enerjili parçacık hızlandırıcısı olan LHC’deki (Uranüs) çarpışma sonucunda ortaya çıkacak parçacıkların evrenin işleyişindeki rolleri incelenecekti. LHC’de protonlar, tünelin çevresine de yerleştirilen süper iletken mıknatıs parçaları tarafından yönlendirilecek. Böylece zıt yönlerde dönen iki proton ışını üretilecekti (Satürn Uranüs zıtlığı). Bilim dünyası, çarpışmalar sonunda şimdiye kadar keşfedilmemiş yeni parçacıkların açığa çıkmasını bekliyordu. Deney, evrenin başlangıcını oluşturan “Büyük Patlama” dan (Big Bang) sonra ortaya çıkan büyük enerji yoğunluğunu tekrar yaratarak parçacıkların yine ortaya çıkmasını sağlayacaktı. Böylece fizik modellerinin temelini oluşturan ve parçacıklara kütle özelliği veren “Higgs” parçacığı da gözlemlenebilecekti. Deneyin kanser tedavisinde çığır açacağı, Grid teknolojisi sayesinde hücrelerdeki kanserli tümörlerin (Satürn) tespit edilip yok edilmesinin (Uranüs karşıtlığı) çok kolaylaşacağı belirtiliyor. CERN’in küresel ısınma ile mücadelede de önemli katkılar sunacağı ve nükleer atıkların (Uranüs) yok edilmesinde güvenli bir sistemin oluşturulmasına yardım edeceği vurgulanıyordu. CERN yardımıyla, radyoaktif maddeler içeren nükleer atıkların (Uranüs) içindeki protonlar ateşlenecek ve nötronlar bloke edilerek nükleer atıktaki radyoaktif madde, insanlar için zararsız hale getirilecekti.

10 Eylül 2008’de Milliyet gazetesinde Türk Fizik Derneği Genel Başkanı İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü Nükleer Fizik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Baki Akkuş ile yapılan röportajda bu konu hakkında astrolojik takvimle örtüşen ilginç cümleler okudum ve yazıma ilave etmek istedim. Akkuş bu deneyler sonucunda teknolojik devrim yaşanacağını söylüyordu. Bu yorum zaten Satürn-Uranüs döngüsünün önemli özelliklerinden biriydi. Akkuş şöyle diyordu: “Fizik kanunları değişebilir, gelişebilir veya yeni kanunlar ortaya çıkabilir. Hatta birçok yeni parçacıkların da ortaya çıkması bekleniyor. Önce en küçük parça olarak atomları biliyorduk. Sonra çekirdeği bulundu. Sonra çekirdeğin içinde nötron, protonların var olduğunu öğrendik. Bilimsel merak bu kez de proton ve nötronların içinde kuarklar ve gluonların var olduğunu buldu. Şimdi onların içinde de neler olduğu ortaya çıkabilir. Bilgisayar, elektronik, nanoteknoloji, süperiletkenler, yeni malzemelerin geliştirilmesi, enerji teknolojisi, savunma ve uzay sanayiinde çok büyük teknolojik gelişmelere yol açacak.” Akkuş, bulgulara ulaşılmasının ne kadar süreceği konusunda şöyle diyordu:“Maddeye kütle kazandıran “Higgs parçacığı”nın bulunmasının 2 yıllık bir süre alacağı tahmin ediliyor.”

Satürn-Uranüs karşıtlığı, yaklaşık iki yıl sonra 26 Temmuz 2010’da yakın dönem için son kez tam açıya ulaşacak. Büyük olasılıkla, 2008 yılı sonlarında başlanan bu projenin önemli sonuçlarının ortaya çıkacağı zamanlar da, işte bu tarihler civarlarındadır.

Astrolojide Satürn, yavaş, tedbirli ve değişime karşı dirençlidir. Güven duyulan şeylere önem verilir, yenilikçilik şüphe ile karşılanır. Bu yüzden Satürn, geleneksel bilim dünyası ile bağdaştırılır. Gerçi bilimler hem Uranüs hem de Satürn doğasında özellikler taşır ve bilim dünyası daha çok Satürnyendir. Çünkü Satürn “şüphecilik” ile “deney ve ispat” ile ilişkilidir. Satürn ütyopik olanın değil (bu Uranüs’ün temsil ettiği bir kavramdır), reel ve dünyevi olanın peşindedir. Realite yapıdır, Satürn de öyle. Realite kısıtlamadır, Satürn de öyle. Realiteyi anladığımız şeklinde koruyan, bu enerjidir. Evrensel anlamda “sınırlar” Satürn ile bağdaştırılır. Amerikalı astrolog Robert Hand’in dediği gibi, Satürn kuralları koyar, sınırları belirler, yapıyı oluşturur ve oyunun doğasını tanımlar. Bazen insanoğlunun oyunun kurallarını çiğnemesinin bedeli büyüktür ve yıllarca acı verecek kadar yıpratıcı sonuçları olabilir. Astrolojide “kuralları çiğnemek” ya da “sınırları aşmak” denilince aklımıza hemen Uranüs gelir.

Uranüs, beklenmedik şeyleri ifade eder, şoklar ve devrimlerle değişimi beraberinde getirir. Astrologlar Uranüs’ü, elektronik, bilgisayar, havacılık gibi yenilikçi teknolojilerle ve dünyamıza radikal değişimler getiren kimya, fizik, matematik gibi tüm bilimlerle, metafizikle uğraşanlarla, teknisyenlerle bağdaştırmaktadır. Bu bağlamda Uranüs’ü, alternatif bilim alanına giren konularda çalışan bilim adamlarıyla da ilişkilendirebiliriz. Uranüs’ün yönettiği metaller: Platin, alüminyum, uranyum, radyumdur. Radyoaktif elementler ve nükleer enerji ile de ilişkilendirilir. CERN yardımıyla, radyoaktif maddeler içeren nükleer atıkların içindeki protonlar ateşlenecek. Bu şartlarda Uranüs’ün işin içerisinde olduğuna şaşırmamalı!

Karşıt konumdaki gezegenlerin enerjilerinin, birbirlerine taban tabana zıt olması, diğer gezegenlerin karşıtlıklara göre daha zorlaştırıcı bir durumdur. İşte Satürn-Uranüs karşıtlığında durum, tam da böyledir. Ama şunu da unutmamalıdır ki, hangi enerjiler karşıt durumda olursa olsun, dengesizlik ve çatışma yoluyla da olsa değişimi beraberinde getirirler.

Satürn Uranüs karşıtlığı, bilim ve teknoloji alanında realite olarak görülen kalıpların yıkılmaya başlayacağı, insanoğlunun aydınlanmasını tetikleyecek, bilinç düzeyini yükseltecek gelişmelerin ortaya çıkacağı zamanlarda olduğumuzu gösteriyor. 2009-2012 yılları süresince insanoğlu, özellikle bilim dünyasında yaşanacak gelişmelerle, varoluşunun nasıllığını ve evrendeki yerini idrak edebilmek için tüm sınırlarını zorlayacaktır. Bilim ve teknik alanında önemli gelişmelerin yaşanacağı, eskimiş ve bilindik kalıpların yıkılacağı bir sürece doğru ilerliyoruz!

Ozon Tabakası

1985 yılında, Satürn-Uranüs kavuşumunun etkili olmaya başladığı zamanlarda, İngiliz bilim adamları Antarktik Kıtası üzerindeki ozon tabakasındaki aşırı incelmeyi veya “deliği” keşfettiklerini açıklayarak herkesi şaşırttılar. O günden günümüze, ozon tabakasındaki incelme giderek daha geniş bir alan üzerine yayılmaktadır. Bugüne kadarozon tabakasına zarar verecek miktarda kimyasal gazlar atmosfere serbest bırakılmıştır. Strosferde ozon miktarındaki büyük kayıp Güney Kutbu üzerinde oluşmuştur ve kıta yüzeyine düşen ultraviole ışınların şiddetinde artış gözlenmiştir. Daha zayıf benzer bir etki Kuzey Kutbu üzerinde de gözlenmiştir. Güney Kutbu üzerinde ozon tabakasında gö­rülen incelme, tehlikeli boyutlara ulaşmış, bunun zararlı sonuçlan dünyanın her yerinde hissedilmeye başlanmıştır.

Bütün canlıların yaşamı için bir sigorta olan ozon tabakasındaki bu incelme devam ettiği takdirde, denizel ve karasal ekosistemlerde, küresel sıcaklıkta artış, canlıların bağışıklık sistemlerinin bozulması, cilt kanseri vakalarının artmasına, hatta DNA’nın tahrip olmasına sebep olacağı söyleniyor. Astroloji de bunu doğruluyor. Satürn-Uranüs karşıtlığının ardından, Satürn-Plüton karesinin ve ardından da Uranüs-Plüton karesinin yaşanacak olması, 2009-2018 yılları arasında çok büyük sağlık sorunlarıyla karşılaşabileceğimizi gösteriyor. Astrolojide Satürn, ciltle ilgilidir. Satürn-Uranüs ve Satürn-Plüton sert açıları, ciltte lekeler oluşmasına yol açabilir, cilt kanseri vakalarını arttırabilir. Bu sert açılar aynı zamanda, sert açıları şiddetli depresyona da sebep olabilir. Uranüs-Plüton sert açısı, şiddetli spazmlara, vücudun bazı biyolojik ritimlerinde değişikliklere yol açabilir. Bu sert açının yaratacağı değişimler vücutsal olabileceği gibi, zihinsel de olabilir. Uranüs, aura ile de ilişkilidir. Plüton’un Uranüs’le sert teması, anormal ve garip büyümeye de sebep olabilir. Uranüs’ün şok edici ve değiştirici etkisi, Plüton’un dönüştürücü etkisiyle birleştiğinde, hilkat garibesi gibi görünümlere, bu tür doğumların artmasına sebep olabilir.

Satürn-Uranüs kavuşumunun etkili olduğu 1988 yılında, dünyada son elli yıldır görülmemiş bir kuraklık yaşanmıştı. 2010’lu yıllarda bunun benzeri etkiler, yaşamı çok zorlayıcı hale getirebilir. 1986 yılında yaşanan Çernobil kazasında da Satürn-Uranüs kavuşumunun etkileri hissedilmeye başlanmıştı. Aralarında 14 derece uzaklık olmasına rağmen, bu ikisi aynı burçta idiler. Benzeri etkilerin yaşanmaması için, önümüzdeki iki yıllık süreçte çok dikkatli olunması gerektiği açıktır. Zira karşıtlıkta ortaya çıkacak sorunlar, kavuşumdakine nazaran çok daha vahim sonuçlar oluşmasına sebep olabilir.

 

 BÖLÜM III

Baskıcı yönetimlere baş kaldırıların maksimumda yaşandığı bu günlerde insanlar ve olaylar üzerinde etkili gezegen ikililerinden olan Satürn-Plüton ikilisini arketipler olarak inleleyen bu yazı, gezegen döngülerinin tarihle birlikte çalışıldığında ne denli aydınlatıcı olduğunu anlatma amacı taşımaktadır. Bu köşe yazısındaki bilgiler telif hakları Öner Döşer’e ait olan ve Klan Yayıncılık tarafından 2009 yılı Mart ayında yayınlananDönüşüm Zamanı kitabından alıntıdır. İnternet ortamında yayınlarken lütfen referans veriniz.

SATÜRN PLÜTON DÖNGÜSÜ (2009-2012 YILLARI ARASINDA ETKİLİ)

Bu ikilinin döngüsü aslında 2008 yılının Aralık ayından beri etkisini göstermeye başladı. 2008 Aralık ayı sonlarında İsrail, Hamas ile altı aylık ateşkesin geçen hafta sona ermesinin ardından Gazze’ye hava operasyonu başlattı. Saldırılarda en az 225 kişi yaşamını yitirdi, 300 kişi de yaralandı. Olayın gerçekleştiği 28 Aralık günü, henüz Oğlak burcunun ilk derecesinde bulunun Plüton’un Mars tarafından tetiklenmesi, acımasız ve patlayıcı etkileri işaret ediyordu. Bu saldırıyla birlikte, uzun sürecek gergin süreç de başlamış oldu. Satürn ve Plüton’un birbirleriyle doksan derecelik açısı 2011 yılı yaz aylarına kadar etkili olacak.

Bu doksan derecelik açının başlamasıyla, bu iki gezegen son dördün fazına girmiş olacaklar. Değerlendirmelere başlamadan önce, son dördün fazının özelliklerine değinelim biraz. Son dördün fazı, yetenekleri işlevsel hale getirme ve onları başkalarının iyiliği için kullanma zamanında olunduğunu gösterir. Bundan sonrası için bırakmak veya değiştirmek gereken şeylerin kararının alındığı; geçmişten kurtulma, yeni gelişecek şeylerin hazırlığına başlama enerjisi taşır.

Çıplak gözle görülebilen gezegenlerin sonuncusu olan Satürn’ün, bir araç kullanmaksızın göremeyeceğimiz gezegenler olan Uranüs, Neptün ve Plüton’dan çok farklı şeyleri sembolize ettiği açıktır. Satürn, bilindik kalıpları ve realiteleri temsil ederken; Uranüs, Neptün ve Plüton, bilindik kalıpların ve düzenlerin, bizi sınırlayan şeylerin sarsılmasını, çözülmesini ve en nihayet dönüşüme uğramasını temsil ederler. Bunlardan Uranüs ve Neptün ile farklılıklar çok belirgindir ve benzer yönler neredeyse hiç yok denecek kadar azdır. Ama Plüton ile benzer yönleri vardır. Öncelikle biraz bunlardan söz edelim.

Satürn, inşa etmek yapılandırmak demektir. Plüton da, önceden yıkıp yok ettiği şeyin yerine, yenisinin yapılandırılmasıyla ilişkilendirilir. Yönetimsel tavır olarak, hükümranlık ve mutlak hâkimiyet, Satürn’le olduğu gibi, Plüton’la da ilişkilidir. Satürn’de kontrol etme amaçlı baskı uygulama vardır. Plüton’da da aynı özellik mevcuttur. Her iki gezegen de ölümle ilişkilendirilirler. Her ikisi de “kötücül” olarak görülürler ve insanlar tarafından sevilmeyen, şeytani yönleriyle, birbirlerine benzerdirler. Kuşkuculuk ve kıskançlık, ortak özelliklerindendir. Renk tonları bile benzerdir. Her ikisi de mat tonlarla, özellikle de siyahla ilişkilendirilir. “Maji” denilince bu iki gezegen akla gelir. Simya ilmi de, hem Satürn, hem de Plüton’la ilişkilendirilebilir. Her ikisi de yer altı kaynaklarıyla bağlantılıdır. Satürn madencilik ve metalurjiyle, Plüton da arkeolojiyle ilgilidir.

Pek tabii ki bu iki gezegenin birbirleriyle bağdaşmayan ve birbirlerini zorlayan yönleri çoktur. Plüton, Satürn’ün kalıplarını ve düzenlerini bozmaya ve bunları yeniden yapılandırmaya meyillidir. Kendisinden bekleneni yapan, muhafakazar Satürn’ün tam tersine Plüton, aşırılıklarla ilişkilidir. Etrafını baskıyla kontrol etme arzusunda olmasına rağmen, kendisi kontrol dışına çıkmaya eğilimlidir. İmkansızı başarmanın peşindedir; şartları zorlar, dur durak bilmez. Varlığın ve bilincin radikal dönüşümü için çalışır. Satürn’ün dar evren anlayışının çok ötesindedir. Sıradan realiteyi çökertmekle görevlidir!

Yeni Dünya Düzeni 

Yepyeni bir şeylerin hayat bulması için, halihazırda var olan bir şeylerin sona ermesi gerekmektedir. Bu süreç, bir şeylerin çürüme ve bozulmasıyla başlar ve çöküşe doğru ilerleme aşamasına geçilir. Şirketler ve devletlerdeki bozulma, uluslar arası kriz ve ikilemler en çok bu dönemlerde görülür. Bu birkaç yıl süren dönemi bir sıkıntı ve gerilim atmosferi takip eder. Bu dönemler bir devrin sona erişi niteliğindedir. 2009-2012 yılları arasında, bir devrin sona ermekte, yeni bir devrenin başlamakta olduğunu ziyadesiyle hissedeceğimiz olaylarla karşılaşacağız. Dönüşümün gerçekleşebilmesi için aktive edici ve mecbur bırakan, uç noktada etkiler yaşanması gerekebilir. Bunlar depremler, tsunami ve yanardağ patlamaları şeklinde ortaya çıkabilir. Plüton’un etkisi yoğun ve derinlemesinedir. Karşı konulamaz bir ivmesi vardır. Dönüşüm karşıtlıklar, muhafazakar tepkiler, krizler ve sona erişlerle kendini gösterir. Günümüzdeki olayları anlamak için Plüton’un Zodyak etrafındaki döngülerine baktığımızda insanlığın nereden nereye gittiğini ve gelecekte hangi noktada olacağını görebiliriz. Plüton, 2008 yılı sonlarından itibaren 16 yıl boyunca Oğlak burcunda hareket edeceğinden, bildiğimiz düzenlerin dönüşüm zamanında olacağız. Ne kadar bu düzenlere tutunmaya çalışsak da, değişim enerjisi o kadar güçlü hale gelecek ki, sonuç olarak kontrolü ele alacak. Sona ermesi gereken şeyleri ne kadar hızla terk edersek, yeni oluşumlar da o kadar çabuk hayata gelir. Çürümüş ve yıpranmış düzenlerin dönüşüme uğrama zamanı gelmiş, çatmıştır.

Plüton’un Oğlak burcuna geçişiyle birlikte, dünyadaki tüm değerler, ilişkiler, düzenler yeniden yapılanma sürecine giriyor. Kurulmuş kalıpların sorgulanacağı, yıkıma uğrayıp, yerine yenilerinin yapılanacağı bir sürece giriyoruz. Devletlerin yapısal düzenlerinde önemli değişim, hatta dönüşümler oluşacağı bu süreçte, dengelerin de değişime uğrayacağını düşünmek fantezi olmayacaktır sanırım. Teknoloji devrimine ve küresel ekonominin rekabetine dayanabilen devletler güç kazanırken; bunu başaramayan devletler, ulusal egemenliklerini yitirme riskiyle karşı karşıya kalacaklardır. Plüton’un enerjisi zirveye doğru güçlü bir çıkışa neden olur fakat bu güç kötüye kullanıldığında düşüş de hayli yıkıcı olacaktır. Bugün dünya yönetiminde söz sahibi olan devletlerin yerini, geriden gelip atak yapan, en öndeki rakibini geçen bir yarışçı gibi, maraton koşabilen, kendini yenileyebilen, çalışan, üreten devletler almaya başlayacaktır.

Bir gezegenin bulunduğu burçta ne tür etkileri ortaya çıkartacağını, kısacası doğasını nasıl ortaya koyacağını anlamak için, bu burcun yönetici gezegenine bakmak gerekir. Plüton’un geçiş yapmakta olduğu Oğlak burcu, Satürn tarafından yönetilmektedir. Ne ilginçtir ki önümüzdeki birkaç yıllık süreçte, Satürn ile Plüton arasında gergin bir açısal bağ oluşacaktır. Yani bu iki gezegenin doğaları birbirini desteklemeyecek. Peki bu durum ne tür sonuçlar doğurabilir, bunu tartışalım biraz da. Satürn temel prensiplerimizle ilgilidir. Bu şartlarda, özellikle önümüzdeki birkaç yıl içerisinde temel prensiplerimizde, genel geçer kabul ettiğimiz değerlerde değişimler oluşacaktır. Satürn aynı zamanda temel kaynaklarımızla da ilişkilidir. Bize sorumluluğumuzu hatırlatan bilge öğretmen arketipidir. Limitlerin aşılması, görevlerin yerine getirilmemesi, sorumluluk alınmaması gibi durumlarda ceza veren bir öğretmene benzetilir. Sorumluluklarımızı yerine getirmez, tedbirlerimizi almaz, elimizdeki kaynakları gereğinden çok tüketirsek, kayıplarla karşılaşacağımız gerçeğini hatırlatır. Onun derslerini görmezden gelemeyiz. Why History Repeats kitabının yazarı Theresa H. McDevitt, Plüton’un Oğlak burcundaki yerleşimini, onun yöneticisi Satürn’e dayanarak çok güzel açıklamış. McDevitt şöyle diyor: “Oğlak burcunun yöneticisi Satürn, insanlar da dahil olmak üzere dünyanın değerli kaynaklarının kişisel güç ve maddi kazanç uğruna sorumsuzca kullanılması durumunda yüksek bedeller ödememizi gerektirir.”

Plüton’un, önümüzdeki birkaç yıl boyunca sert açı yaparak yıpratacağı Satürn, değişime ayak direyen, var olanı korumak isteyen yapıdadır. Muhafazakar ve statükocudur. Tüm düzenin ve yapının altında yatan deneyimlerimizi ve alışkın olduğumuz realite kalıplarını ifade eder. Mekanik kanunların ve fiziksel dünya düzeninin ana prensibidir. Kişinin fiziksel evrende enkarne oluşu ve önceden belirlenmiş olan kader ile ilişkilendirilir. Karma ile de bağlantılıdır. Çünkü neden sonuç ilişkisinin işleyiş prensibini temsil eder. Satürn’ün taşıdığı etkiler bizim fiziksel dünyaya nasıl tepki verdiğimiz, kendimizi ve etrafımızı ne kadar düzelttiğimizle ilişkilidir.

Satürn, kurulu ve hiyerarşik düzenle, kültürel kurumlarla, kabul görmüş bilimsel ve ekonomik kurallarla, iş dünyasıyla ilgilidir. Satürn’ün jenerasyon gezegenlerinden aldığı sert açılarda ekonomik düzen ve iş dünyası sarsıntı yaşar. Bu Plüton olduğunda, yeniden yapılandırmak üzere yıkım getirici etkiler ortaya çıkacaktır. Çatışmalar beklenenin ötesinde arttığında acımasızlaşır. Uzun zamandır bekleyen ve engellenen şeylerin değişim zamanı gelmiştir. Plüton’un etkileri geliyorum diyen cinstendir. Ama politik entrikalar da Plüton’a aittir. Plüton’da sonuca ulaşmak için “belden aşağı” vurmak mübah sayılır. Satürn Plüton döngülerinde büyük ekonomik zorluklar, yönetimlerin ekonomiyi yönetmelerinde başarısızlıklar da görülmüştür. Oğlak burcundaki Plüton, ekonomik düzenin, tam anlamıyla bir dönüşüme uğrayacağını göstermektedir. Artık geri dönülemez bir yola girilmiştir ve şu anda var olan ekonomik yapıların sonsuza dek değişmesi gerekmektedir. İşte Plüton’un işlevi de tam olarak budur!

Tarihte Satürn Plüton Döngüleri

 

Son Dördün Fazı (1939-1941 yılları arası)

Satürn ve Plüton’un son dördün fazında oldukları, birbirlerine kare açı yapmaya başladıkları yıllar arasında, dünya en sancılı dönemlerinden birini yaşamaktaydı. 1939 yılının 1 Eylül’ünde patlak veren İkinci Dünya Savaşı insanlığa hastalık, kıtlık, türlü sefalet ve ölüm getirmişti. Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan büyük dramın ardından yaşananlar, insanoğluna ders olmamıştı anlaşılan. Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 28 Temmuz 1914 tarihinde, Satürn ve Plüton kavuşum yapmak üzereydiler ve savaşlarla, katliamlarla, buhranlarla dolu bir döngüyü başlatmak üzereydiler. Veliaht’ın, 1914 yılı 28 Haziranında, saat 11,30’da Gavrilo Princip adlı öğrenci tarafından öldürülmesinin ardından, Viyana’daki savaş taraftarlarının kışkırtmaları sonucu, 28 Temmuz 1914 sabahı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan’a savaş açmıştı. Önce iki devlet arasında başlayan savaşa, az sonra, hemen hemen bütün ülkeler katılacak ve I. Dünya Savaşı dört yıl boyunca kan ve ölüm saçacaktı.

 

Astrolojik haritada Satürn 27 derece İkizler’de, Plüton 1 derece Yengeç burcundadır. Satürn’ün de Yengeç burcuna giriş yaptığı Ağustos ayı sonlarından itibaren, savaş daha geniş alana yayılmaya başlamıştı.

Satürn’le Plüton’un ilk dördün fazına geldikleri 1921-22 yıllarında, Almanya’da ağır ekonomik sıkıntılar vardı. I. Dünya Savaşı sonunda tazminat ödemek zorunda kalanAlmanya, savaş öncesinde borç veren bir devletken, savaş sonrasında borç alan bir devlet olmaya başlamıştı. Kasım 1923’e gelindiğinde, Almanya’da enflasyon benzeri görülmemiş bir şekil almıştı. Savaş sonrasında ekonomik sıkıntı yaşayan tek ülke Almanya değildi. İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de ekonomik sıkıntı içindeydiler.Amerikalılar, Birinci Dünya Savaşının acılarını geride bırakmışlar, yeniden yapılanmaya girişmişlerdi. Başdöndürücü bir teknoloji ve üretim patlaması yaşıyorlardı. Borsa devamlı yükseliyordu. İşler yolundaydı, ama 1923 yılından sonra giderek artan banka iflasları dikkat çekici boyutlara gelmeye başlamıştı.

Bu arada, tipik bir Satürn-Plüton fazı örneği olarak, diktatör niteliğinde liderler ortaya çıkmaya başlamıştı. Ekim 1922’de İtalya’da Mussolini iktidara gelmişti. Aynı dönemde Alman İşçi Partisi’nin liderlik koltuğuna oturmayı başaran Adolf Hitler, 29 Temmuz1923‘te partinin adını Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi olarak değiştirmişti. Partinin taraftarlarına kısaca “Nazi” ismi verilmişti.

Satürn ve Plüton’un dolunay konumuna geldikleri 1931 yılında, dünyada sıkıntı had safhadaydı. 1929 yılında patlak veren dünya iktisadi buhranının etkileri güçlü bir şekilde yaşanıyordu. İktisadi buhran en çok sanayileşmiş şehirleri vurmuştu. 50 milyon insan işsiz, pek çok insan da evsiz kalmıştı. İnşaat sektörü, tarım bu buhrandan çok olumsuz etkilenmişti. Yeryüzündeki toplam üretimin %42 oranında, dünya ticaretinin %65 oranında azalmıştı. Florida’da meydana gelen gayrimenkul balonunun patlaması, dikkatli olunması gereken bir sürecin ilk uyarılarından birisiydi. Gayrimenkul fiyatlarının çok fazla arttığı Florida’da, 1928 yılının 18 Eylül’ünde çok sayıda kişinin ölümüne yol açan kasırga, binlerce evin de zarar görmesine neden olmuştu. Bu tarihte Uranüs-Plüton karesi, biraz uzak toleransla da olsa, devredeydi. Bu iki gezegenin sert açılarında büyük kasırgalar ve doğa olayları gerçekleşmiştir. Florida’da da meydana gelen bu yıkıcı kasırga sonrasında, daha önce büyük ümitlerle satın alınmış olan gayrimenkuller elden çıkarılmaya çalışılmış, ama değerinin çok altına bile satılamamıştı. O dönemde ekonominin kötü yönetilmesi, bankaların kötü yapılanmış olması, şirketlerin mali durumları arasındaki dengesizlik, gelir dağılımının dengesizliğine, Almanya ve İngiltere’ye vermiş olduğu tazminatları alamama durumu da eklenince, o tarihe kadar yüksek kazanç oranı getiren borsa çökme noktasına gelmişti. Pek çok banka batmış, binlerce insan mal varlığını ve bunun yanında da ruh sağlığını kaybetmişti. 1939 yılına gelindiğinde, artık iyice derinleşen kriz, yeni bir savaşın yaklaşmakta olduğunun işaretçisiydi. Bunalım, II. Dünya Savaşı’nı doğurmuştu. Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, bu savaşın başlangıcı da yine Satürn-Plüton döngüsüne denk geliyordu.

Düzeltici Savaş

Pek çok ekonomist II. Dünya Savaşı’nı bir “düzeltici savaş” olarak niteleme eğilimindedir. Savaş harcamaları nedeniyle, merkez bankalarının sıkı para politikalarını bırakıp para basmaya başlamaları sonucu bütçe açıkları arttığını, ama ekonomilerinin düzeldiğini, işsizliğin azaldığını ileri sürmektedir. Büyük savaşların öncesinde, büyük ekonomik belirsizlikler yaşanması sadece bir tesadüf müdür? Astrolojik perspektiften bakarsak, pek de öyle gözükmüyor. Bu tip dönemler enteresan bir biçimde hep Satürn, Uranüs, Plüton gezegenlerinin art arda gelen döngülerine denk gelmektedir. Büyük savaşların öncesinde ortaya çıkan bir başka travma yaratan unsur da diktatörce yönetimlerdir. İkinci dünya savaşına kadar geçen süreçte Stalin, Hitler, Mussoloni, Franko gibi diktatör liderler türemişti. Bu liderlerin faşizan baskıları ve insanlara uyguladıkları zulümlerin sonucunda ikinci dünya savaşı çıktı. Bu tam bir Satürn-Plüton arketipidir. Bu ikilinin döngülerinde faşizm ön plandadır ve güvenlik endişesi içerisindeki halkın zayıf yönlerini iyi değerlendiren despot liderler türer. 1933 yılından itibaren yıldızı parlamaya başlayan Hitler’in Avrupa istilası, dünyayı önlenemez şekilde yeni bir savaşa doğru sürüklemişti. Alman ordularının Polonya‘ya saldırdığı 1 Eylül 1939 tarihine gelindiğinde, artık savaş başlamıştı. Alman Schleswig-Holstein zırhlısının sabah saat 4.45’te Westerplatte’yi (Gdańsk) bombalamasını başlangıç olarak kabul ettiğimiz ana yönelik horoskopta Boğa burcunun ilk derecesindeki Satürn, 2 derece Aslan’daki Plüton ile doksan derecelik sert açı yapmaktaydı. Güneş’ten önce doğan Venüs “Savaşçı” yüzünü gösteriyor.

 

Sistemli Katliam

Sistem kelimesi Satürn’ü, katliam kelimesi ise Plüton’u temsil etmektedir. Bu iki gezegeni bir arada kullandığınızda, yukarıdaki başlık ortaya çıkmaktadır. Bu iki gezegen de ölümle ve kötücül etkilerle ilişkilendirilir. Plüton, toplu ölümlerle bağdaştırılır. Bu iki gezegenin dolunay fazında olduğu 1930’lu yıllardan itibaren, karanlık yönleri yüzünü göstermeye başlamıştı. Almanya’da Adolf Hitler‘in 1933 yılında iktidara gelmesiyle birlikte, Yahudilerin haklarının kısıtlanması uygulamalarına başlanmıştı. Yahudi memurlar ve hukukçuların görevden alınmış, Alman halkı Yahudi dükkânlarına karşı boykota çağırılmış, çığırından çıkan boykotlar esnasında Yahudi dükkânları harap edilmiş, yağmalanmış, sahiplerinin dövülmüştü. İlerleyen yıllarda Yahudiler, pek çok mesleklerden men edilmişler, alt sınıf insanlar olarak nitelendirilmişlerdi. Alman ırkını “ari ırk” olarak nitelendiren Hitler, Yahudilerle evlenmeyi de yasaklamıştı. Satürn-Plüton döngüsünün son dördün fazına doğru yaklaşılan 1938 yılında, uygulamalar daha da şiddetlenmiş, zaten devletten sosyal yardım alamayan Yahudiler, toplanarak kapalı kamplara götürülmeye başlanmıştı. Kaçmayı başaran Yahudiler de, birçok ülke tarafından geri çevrilmişti. 1938 yılının 10 Kasım’ında sistemli olarak organize edilen ayaklanmada, yüzlerce yıllık sinagoglar, Yahudilerin dükkânları, evleri ve diğer mülkleri yakılmış, 400 civarında Yahudi öldürülmüş, pek çokları dövülmüş ve aşağılanmıştı. Bu olay gazetelere “Halkın ruhu kaynadı ve sonunda taştı” başlığıyla yansımıştı. 1939 yılında Almanya’da bulunan bütün Yahudilerin toplanıp Polonya‘da gettolara yerleştirilmiş, asıl Yahudi soykırımı, II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlamıştı. 1940 yılında Polonya’daki gettoların sayıları hızla artmaya başlamış, bu gettolarda açlıktan, soğuktan ve salgınlardan çok insan ölmüştü. 1941 yılının Ekim ayında alınan kararlar neticesinde, Yahudilerin soyunu tüketme amaçlı yapılan katliamlar arttırılmıştır. 1941 yılına gelindiğinde, sürgünler en yüksek noktaya ulaşmış, Auschwitz’deki ölüm kamplarında 6.000 Yahudi gaz odalarında öldürülmüştü. Burada insanlar üzerinde acımasızca deneyler de yapılmaktaydı. Bu katliamdan Almanya’da hayatta kalan son Yahudilere yiyecek ve içecek vermek yasaklanmıştı. Görüldüğü üzere, bu insanlığın en büyük utançlarından birisi olarak tarihe geçen bu katliamlar, aslında son derece soğukkanlılıkla ve sistematik bir şekilde organize edilen katliamlardır ve bu yüzden tipik Satürn-Plüton döngüsü örneklerinden biridir.

Almanya ve Dünya tarihinde büyük rol oynayan, soykırımlar yapan, milyarlarca insanın nefretini kazanan, II. Dünya Savaşı’nı başlatan kişi olarak bilinen Adolf Hitler’in astrolojik haritası üzerine, savaşın başlangıç anı olarak kabul edilen 1 Eylül 1939, sabah 04:45 haritasını koyduğumuzda, ilginç bağlantılar görürüz.

 

Savaşın başlangıcı anında, Satürn 0 derece 59 dakika Boğa burcunda imiş ve aynı derecede bulunan Güney Ay Düğümü ile birleşmekte imiş. Tam bu derecede Hitler’in Güneş’inin olması bir tesadüf olabilir mi? Transit Plüton da Hitler’in Güneş derecesine sert açı yapmakta. Yani Hitler’in Güneş’i, bizim ele aldığımız Satürn-Plüton döngüsünün gergin etkisini olduğu gibi üzerine alıyor. Plüton’un kare açılarında tahrik eden, mücadeleye çağıran, güç savaşına girmeye yönelten etkiler söz konusudur. Plüton’un, haritanın Güneş’ine yaptığı sert açılarda, karşı taraf üzerinde baskı kurarak gücünü kabul ettirme arzusu uyandırır. Kişiliğin baskın ve zalim yönlerini kışkırtabilir. Haritasında zaten bu potansiyel olan bir kişi, olayları kendi lehinde kullanmak, şiddet ortaya koyma, baskı, tehdit ve tahrik sayesinde güçlenme eğilimi gösterebilir. Bu açı kendini hep haklı görme riski de taşır. Hitler’in astrolojik haritasında, bu etkiler zaten mevcut ve tetiklenmeyi bekler durumdaydı. Bu şartlarda zaten var olan bu negatif yönler, maksimumda ortaya çıkmaya başlayacak demekti. Plüton transitleri, olması gerekenlerin, kadersel temaların gerçekleşeceği zamanları belirleyicidir. Aktif olduğu zamanlarda, baskı, şiddet, tehdit yaratır. Cinayetler, toplu ölümler, katliamlar gibi şeyler Plüton ile ilişkilendirilir. Plüton bir haritanın Tepe Noktası’ndan geçiş yaparken, kişi kendini gerçekleştirme adına tüm gücünü ortaya koyma ve toplum karşısında görünür olma arzusu hissedecektir. Hitler İkinci Dünya Savaşı’nı kazanacağına çok inanıyordu. Bütün dünyaya gücünü kabul ettirme hevesindeydi.

Sadece bunlarla bitmiyor tabii ki. Hitler’in haritasında Oğlak burcunda yerleşmiş olan fanatik Ay-Jüpiter kavuşumu, transit Jüpiter ve Ay tarafından tetikleniyor. Transit Güneş bile bu ikilinin orta noktasına açı yaparak, harekete geçirici rol oynuyor. Transit Mars, kısa bir müddet önce bu gezegenlerin üzerinden geçmiş ve harekete hazır hale getirmiş durumda zaten. Haritanın 8. evinde yerleşmiş Venüs, kötücül nitelik taşıyan Mars ve Satürn’ün arasında sert açıyla ezilmiş durumda, ki bu zaten Hitler’in bir yükselen Terazi olmasına rağmen, acımasız yapısını anlatıyor. Bu ikilinin üzerinden uzun bir müddettir geçiş yapan Uranüs, sıra dışı davranışları ve beklenmeyeni yapmayı, ani harekete geçmeyi anlatır. Hitler’in haritasında Uranüs yükselen derecesine çok yakın yerleşmiş durumda. Bu şartlarda onun kişiliğinde yoğun olarak Uranüsyen özellikleri bulabiliriz. Olumsuz yönleriyle bir haritada Uranüs bu yerleşimde olduğunda, standart dışı, tuhaf, fanatik, otokratik ve acımasız özelliklerini kişiliğe rahatlıkla taşır. Uranüs’ün Merkür ile karşıt açısı yaratıcı, zeki, çabuk plan yapabilen, vurucu konuşabilen, harekete geçirici, ama bir o kadar da kışkırtıcı, ne düşündüğünü ve nasıl davranacağını önceden kestirmesi zor, pire için yorgan yakabilen, çılgınca kararlar almaya açık, sürekli aktif ve agresif bir zihne işaret ediyor. Haritasının 3. evinde bulunan Ay-Jüpiter kavuşumu Facies sabit yıldızıyla birleşiyor. Bernadette Brady bu yıldız için şöyle diyor: “Facies şiddete başvurmayı ya da şiddete maruz kalmayı simgelediği için zor bir yıldızdır. Facies’in dokunduğu her şey acımasızlık ve/veya öfkeden etkilenecektir. Yüksek motivasyon, hırs ve odaklanma gücü ile bağdaştırılır. Sadist eğilimlerle ve zalimlikle bağdaştırılır.”

Atom Bombası ve Einstein

1905 yılında Einstein’in ortaya koyduğu Görecelilik Kuramı, atom bombasının icadında farkında olmadan atılan ilk adımdı aslında. E=mc² denklemi, çok küçük miktarda bir maddenin, dev miktarda bir enerji açığa çıkaracağını gösteriyordu. Einstein’in kendisi de dahil hiç kimse, bir gün bu enerjinin insanlığa zarar verecek bir silah haline getirileceğini düşünemezdi. Atom enerjisinin silahlarda kullanılmasını ilk olarak düşünenler yine Almanlardı. Einstein’in kuramından esinlenen Alman bilim adamları Hahn ve Strassmann, 1938 yılında uranyum atomunu parçalamayı (uranyum füzyonu) başardılar. Hahn ayrıntıları, yeğeni Avusturyalı fizikçi Otto Frisch’e ve Lise Metiner’e gönderdi. Lise Mietner, buluşlardan bir atom bombası yapılması için gerekli olan matematiksel hesapları yapmıştı. Otto Frisch, Danimarkalı fizikçi Niels Bohr’un fikrini kullanarak ve Einstein’in E=mc² denkleminden istifade ederek, enerji patlamalarını önceden bilmenin olası olduğunu doğrulayan çok önemli bir deney yaptı. Niels Bohr, Princeton’da Amerikalı fizikçilere bunu aktarmasıyla, Ocak 1939’da uranyum füzyonu geniş oranda doğrulandı. Bilim adamları, uranyum füzyonunda gerçekten nötronlar ürediğinin doğrulanmasıyla atom bombasına doru daha ileri adımlar atmışlardı.

İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin ardından, 1939 yılında Amerika da bu konudaki çalışmalarını hızlandırmıştı. Herkes bir an önce atom bombasını gerçekleştirme çabası içindeydi. Almanların bu bombayı herkesten önce yapıp kullanmalarından korkan bazı bilim adamları, atom bombası yapma yarışını diktatörlük kazanırsa, uygarlığa olabilecekleri kolayca kestirebiliyorlardı. 1939 yılında bazı bilim adamları, Amerikan Hükümeti Başkanı Roosevelt’e durumu açıklayan bir mektup yazılması için Albert Einstein’i ikna etmişlerdi. Einstein, Roosevelt’e, sonradan ünlü olan, bir mektup yazılmasına yardımcı oldu, sonra da imzaladı. Tarihi 2 Ağustos 1939’du. O gün Satürn ve Plüton tam doksan derecelik açı yapıyorlardı. Bu iki gezegen arasında son dördün fazına girilmişti. Ama einstein’in imzaladığı bu mektup, Roosevelt’e hemen ulaşamamıştı. Mektubun Roosevelt’e ulaşması 11 Ekim 1939 tarihini bulmuştu. Pek tabii ki bunun da astrolojik bir açıklaması vardı. Mektubun yazıldığı günde Merkür Aslan burcunda geri hareketteydi!

 

Aslında, Roosevelt bir anda bir Uranyum Danışmanı Komitesi oluşturmuş ve umut verici bir başlangıç yapmıştı ama, bu proje öylesine az başarılı görünüyordu ki, bilim adamları Einstein’dan Roosevelt’e gönderilecek bir mektup daha istediler. 7 Mart 1940’ta Einstein ikinci bir mektup yazdı. Bu çok daha sıkıştırıcı bir mektuptu. Ama ne kadar ilginçtir ki, yine Merkür bu kez de Koç burcunda geri hareketteydi. Mektup bu kez Roosevelt’e çabuk ulaşmıştı. Ama yarattığı etki hiç de tatminkar değildi. Einstein Nisan’da komitenin genişletilmiş bir toplantısına çağrıldı. Merkür’ün geri hareketi, iletişimin ters gideceğini, konunun istenen sonuca varamama riskini gösterir. Merkür geri harekette iken girişilen işler bir kerede bitmez, tekrar karşımıza çıkarlar. Einstein’e de olan işte tam buydu!

25 Nisan 1940’ta, Einstein komiteye çağrıyı küçümseyen, ama ivedi olma gereksinimini vurgulayan üçüncü mektup daha yazdı. Bu kez Merkür direkt hareketteydi.

Albert Einsteinın atom gücü ile ilgili başkan Roosevelt’e yazdığı son mektubunun üzerine Amerika, 40 laboratuar ve 200.000 bilim adamının çalıştığı iki milyar dolarlık Manhattan Project i hayata geçirmişti. Amerika Birleşik Devletleri’nin 5 yıl sonra ilk atom bombasını gerçekleştirmesini sağladı. 16 Temmuz 1945’te “Fat Man” isimli ilk atom bombası New Mexico’nun Alamogordo bölgesinde denendi. Daha sonrasında da, tüm dünyanın üzülerek andığı gibi, Hiroşima ve Nagazaki’de kullanıldı. Çok sayıda insan hayatını yitirmişti…

Araştırmalarımdan öğrendiğime göre iki tür atom bombası var. Bunlar uranyum ve plütonyum bombalarıdır. ABD Hiroşima’ya uranyum, Nagazaki’ye de plütonyum bombası atarak ikisinin öldürme gücünü karşılaştırdı. Astrolojik olarak Uranyum Uranüs gezegeniyle, Plütonyum da Plüton gezegeniyle örtüşmektedir. Ne kadar ilginçtir ki Hiroşima’ya atılan bomba anında çıkartılan astroloji haritasında Uranüs Tepe Noktası’ndaydı ve Nagazaki’ye atılan bomba anında da Plüton Tepe Noktası’na yaklaşmaktaydı. Astrolojik sembolizm yine iş başındaydı.

 

Son Dördün Fazı (1973-1975 yılları arası) 

1970’li yıllarda ABD’nin kapitalizm modelindeki çatlaklar yetmişli yıllarda iyice belirginleşmeye başlamıştı. Almanya ve Japonya’nın ihracat gücü artmıştı ve onlarla rekabet zorlamaya başlamıştı. İşçi kesimi, çok çalışma karşılığında, enflasyonun altında kalan satın alma gücünden şikayetçiydi. Sivil haklar ve kadın hakları konusunda protestolar artmıştı. Vietnam Savaşı’nda batağa saplanılmıştı. 1973 yılında buradan tamamen boşaltma kararı alınmıştı ve 5 milyar dolar tazminat ödenmesi sözü verilmişti (Bu söz hiçbir zaman tutulmadı). Üstüne üstlük bir de Watergate skandalı patlamıştı.

Watergate Skandalı

Skandal, 1972 seçimleri öncesinde, Demokrat Parti’nin Washington’daki Watergate binasında bulunan genel merkezine dinleme cihazı yerleştirmeye çalışan kişilerin cumhuriyetçi parti ve CIA’yle bağlantıları olduğu iddiasının soruşturulmaya başlamasıyla ortaya çıkmıştı. Skandal nedeniyle istifa etmemekte direnen Başkan Richard Nixon soruşturmayı örtbas etmeye çalıştığının ortaya çıkmasının ardından görevinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Skandal, Amerikan tarihinde ilk bir Başkan’ın görevinden istifa etmesine neden olan olay olarak da hatırlanmaktadır. Politik skandallar denilince akla Plüton gelir. Bu gezegenin enerjisi ahlaklı veya etik değildir. Politik entrikalar, gücün kişisel amaçlar için kullanılması veya kötü işlere alet edilmesi gibi kavramlarla ilişkilendirilir. Toplumun genel geçer kuralları ve yaptırım gücü ise Satürn ile alakalıdır. Satürn dersler vererek öğreten bir bilge gibidir. Mahrum bırakarak cezalandırır. Halkın ahlaki kuralları hiçe sayıldığında, Plüton’un verdiği gücü kötüye kullananlar cezalandırılırlar. Nixon’un içine düştüğü durum da aynen böyleydi. Gökyüzünde Satürn-Plüton karesi etkindi ve üstelik Nixon’un haritasındaki Güneş derecesiyle (Ün, şan, şöhret, tanınma, yönetme) sert irtibatlar kurmaktaydı. Transit Satürn’ün bir haritada Güneş ile sert irtibat kurması, harita sahibinin gözden düşmesine, sempatisini kaybetmesine, antipati kazanmasına sebep olabilir. Nixon’un başına gelen de tam buydu. Watergate olayları sırasında halktan aldığı desteği ve inanırlığını kaybetmişti.

 

1973 Arap-İsrail Savaşı

70’lerin en önemli hadiselerinden biri, Arap-İsrail savaşıydı. Daha önceki Arap-İsrail savaşlarından daha önemli görülen bu savaşın en önemli amaçlarından biri, 1967 savaşında İsrail’in ele geçirdiği toprakları geri almak, diğeriyse İsrail’e şimdiye kadar olduğundan daha ağır kayıplar verdirmekti.

Satürn-Plüton karesinin kesinleştiği 6 Ekim 1973 günü Mısır’la Suriye’nin İsrail’e saldırı düzenlemesiyle Yom Kippur savaşı başladı. Bu savaşa, Müslüman dünyasının Ramazan ayına rastlaması dolayısıyla Ramazan Savaşı ve İsraillilerin çok kutsal bir ayı olan Yom Kippur’a rastlaması dolayısıyla, Yom Kippur Savaşı adı verilmiştir. Fakat esas itibariyle Yom Kippur Savaşı diye adlandırılmaktadır. İlk saldırının ardından Irak, Fas, Suudi Arabistan ve Ürdün İsrail’e karşı savaşa katıldı. Bu savaşta, ABD İsrail’e, Sovyetler de Arap devletlerine silah yardımında bulundu. Savaş sona erdiğinde, birçok ülkenin değişik devletler tarafından silahlandırılması sonucu taraflar arasında askeri denge değişti.

Kayıtlara göre savaş saat 14:00’te Mısırlıların top ateşi saldırısıyla Süveyş Kanalının doğu yakasında, Golan Tepeleri’ne mevzilenmiş İsrail ordu birliklerine saldırmasıyla başladı. Bu ana göre çıkartılmış astroloji haritasında, Satürn-Plüton gezegenlerinin sadece 1 dakika toleransla doksan derecelik sert açısı görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı başlangıcında da Satürn Güney Ay Düğümü birleşmekteydi.

 

Birinci Petrol Krizi

İsrail-Arap Savaşı sonrasında Arapların petrol satışında kısıtlamaya gitmeleriyle, dünyada bir enerji krizi oluştu. 1973 savaşından sonra fiyatların yükseltilmesine başvuruldu. 1973 Ocak ayında varili 2.59 dolar olan Arap petrolü, 1973 Ekiminde 5.11 ve 1974 Ocak ayında da 11.65 dolara çıktı. Bu, bir yıl içinde dört mislinden fazla bir artış demekti. Bu fiyat artışları bilhassa Batı Avrupa’da ve Japonya’da bir paniğe sebep oldu. Petrol fiyatlarındaki şaşkınlık verici artışın ardından borsanın çöküşü 1929 Krizinden beri yaşanan önemli bir küresel ekonomik krizdi. Petrol krizi sadece savaşın bir sonucu olarak doğmamıştı kuşkusuz. Üretici ülkeler için petrol problemleri yıllardan beri oluşma halinde bir mesele idi. Savaş sadece krizi hızlandırmıştı. Satürn-Plüton karelerinin petrol krizleriyle veya kıtlıklarıyla bağlantısı ilginçtir. 1939-41 yılları arasında da bu iki gezegen son dördün fazında birbirlerine kare yaparken, savaş dolayısı ile Avrupa’da benzin kıtlığı olmuştu. Londra’da, İspanya’da benzin satışı vesika usulüne tâbi tutulmuş, satılan miktar azaltılmıştı. Bazı otobüs seferlerine son verilmiş, özel otomobillerin dolaşması, gerekli haller dışında yasaklanmıştı. Türkiye’de de 9 Eylül’de benzin tüketimine kısıtlama getirildi. İstanbul’da bazı otobüs seferlerine son verilmişti.

Lübnan İç Savaşı

1975 yılının Şubat ve Mart aylarında Müslümanlar ve Hıristiyan falanjistler arasındaki çarpışmalar, Lübnan’da iç savaş başlamasına sebebiyet vermişti. Nisan ortalarında çatışmalar daha da şiddetlendi ve bu sefer Beyrut’a sıçradı. 13 Nisan günü başlayan kanlı çarpışmalar bir hafta sürdü. Satürn-Plüton döngüsünü tetikleyen Jüpiter, fanatik çekişmeleri ve şiddetin büyümesini sembolize ediyordu.

 

Temmuz ayından itibaren her iki tarafın stratejik üstünlük sağlama amacıyla mahalleleri işgale başlaması Beyrut’u bölmeye başladı. Ülkede başlayan iç savaş, yabancı işadamlarının, bankaların, şirketlerin, Orta Doğu’nun en büyük ticaret ve bankacılık merkezi olan Beyrut’tan çekilmelerine sebep oldu. Bir zamanlar Orta Doğu’nun eğlence merkezi olan Beyrut, ve Orta Doğu’nun İsviçre’si denen Lübnan artık yavaş yavaş sönüyordu.

Kıbrıs Harekatı

1974 yılı Mayıs ayında Türkiye ile Yunanistan arasında kıta sahanlığı yüzünden anlaşmazlık çıkmıştı. Bu sorun Haziran ve Temmuz aylarında devam ederken, 15 Temmuz 1974’te Nikos Sampson, Rum Milli Muhafız Teşkilatını da yanına alarak, yaptığı bir darbe ile Makarios’u düşürdü ve Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni ilan etti. Bu hadise Yunanistan’ın Kıbrıs’a müdahale edileceğinin açık bir göstergesiydi. 1974 Kıbrıs Buhranı böyle başladı. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit, garantörlük anlaşması gereği İngiltere’yi ortak müdahale etmeye çağırdı. Ancak İngiltere müdahale etmeyince, 19 Temmuz 1974’te Türk çıkarma gemileri Ada’ya hareket etti. 20 Temmuz1974 sabahı uçakların bombardımanından sonra Türk ordusu 6:15’ten itibaren, Girne’ye ve Lefkoşe yakınlarındaki Gönyeli’ye havadan indirme ve denizden çıkarma başladı. Kıbrıs harekatı başlamıştı. Satürn-Plüton karesi yine devredeydi.

 

Terörizm

Terörizm yetmişlerde bir şiddet girdabı yarattı. 1968 gençlik isyanının bir uzantısı, radikal sol hareketlerin canlanması olmuş, bu yönelim birçok ülkede “devrimci terör” denilen eylemlerle zirveye çıkmıştı. Almanya ile birlikte İtalya en kanlı terör eylemlerinin alanı oldu. 1970’lerde Almanya’da ünlü sendikacıları, siyasileri kaçırıp öldüren RAF, II: Dünya Savaşı sonrasında Batı Almanya’da en etkin ve bilinen örgütüydü. Örgüt, 1977 yılında Alman Sonbaharı olarak bilinen ulusal krize yol açan eylem dahil pek çok kanunen ağır suç sayılan eylem yaptı. İtalya’da 1970 yılında kurulan Kızıl Tugaylar örgütü, 1970‘ler boyunca yaklaşık 14,000 şiddet eyleminden sorumlu tutulmuştur. Örgütün sloganı “Bir kişiyi vur, yüz kişiyi eğit” olmuştur. Eylemlerine ufak çaplı kundaklama ve bombalamalarla başlayan örgüt 1974 yılından itibaren devletin kalbine saldırma stratejisini benimsemiştir. İngiltere’de IRA terörist saldırılarını İngilizler üzerine yoğunlaştırmıştır. 1974 yılında düzenledikleri pek çok bombalı saldırıda, çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir. Türklere yönelik, başta ASALA olmak üzere, Ermeni terör örgütlerinin saldırıları da Satürn-Plüton karesinin etkin olduğu 1973 yılında başladı. Saldırılar sonucu, aralarında diplomatlar, güvenlik görevlileri ve işadamlarının da bulunduğu 41 Türk vatandaşı katledildi. Bunlar sadece birkaç örnektir. 1970’li yıllarda çok sayıda terör olayı meydana gelmiştir. Çakal Carlos gibi kişilerin, yer altı dünyasına ait isimlerin ve örgütlerin dünya basınında ön sayfaları kaplamaya başlamasını, Satürn-Plüton döngüsünün güvenliği tehdit eden, korku ve endişe yaratan yönlerinin görünür hale gelmesi olarak değerlendirebiliriz.

Diktatörler İş Başında

Latin Amerika’da 1970’li yıllar, askeri darbelerin birbirini izlediği, diktatörlerin işbaşına geldiği bir dönemdi. Yetmişli yıllara damgasını vuran diktatörlerden biri olan İdi Amin, 25 Ocak 1971’de askeri darbeyle devlet başkanı ve silahlı kuvvetler komutanı oldu. İdi Amin, 1975’te ise mareşal rütbesi aldı, 1976’da da kendini ömür boyu devlet başkanı ilan etti. Kendini ‘Afrika’nın saf çocuğu’ olarak tanımlayan Amin’in 1971-1979 yılları arasındaki diktatoryal yönetimi altında onun kendinde bulduğu saflığa uymayan bir şekilde 300 bin kişinin işkenceden geçirilerek öldürüldüğü iddia edildi.

Bir başka diktatör, General Pinochet, Şili’de 11 Eylül 1973‘te gerçekleştirilen askeri darbeyle, sosyalist başkan Salvador Allende‘nin devirip iktidara gelmiştir. Devlet Başkanı Allande’nin öldürülmesi Şili’de demokrasinin sonu olmuştur. Pinochet, 11 Mart1990‘a kadar Şili’yi dikta rejimi ile yönetmiştir. 2006’da, 91 yaşındayken hüküm giymeden ölen darbe lideri Augusto Pinochet, ardında zulmüne uğrayan 28 bin sosyalist “zanlı” ve katledilen 3 bin insan bırakmıştı.

Şili’deki askeri darbe günü öğlen saatine göre çıkartılmış astroloji haritasında Satürn ve Plüton’un aynı dereceden tam doksan derecelik sert açı yaptığını görüyoruz. Satürn Güney Ay Düğümü ile birleşiyor. İki kötücüllük sembolü bir arada!

Yetmişli yıllarda bir başka diktatör lider de Kamboçya’da ortaya çıkmıştı. Kızıl Kmerleradlı gerilla teşkilatının kurucusu Pol Pot, 1975 ila 1979 yıllarında Kamboçya başbakanı olmuştur. İktidarı döneminde Kamboçya’da bir milyonun üzerinde kişinin ölümüne yol açan bir baskı rejimi kurmuştur. Tarihçiler bu olayların bir soykırım olduğunu kabul etmekte, Pol Pot’un iki milyon insanın ölümüne yol açtığı iddia etmektedir.

Kurtlarla Dans!

Satürn Plüton döngüsü 2009 yılı sonlarından itibaren iyice etkinleşmeye başladı ve bu etki 2011 yılı sonbaharına kadar güçlü bir şekilde kendisini gösterecek. İkili döngüler içerisinde tarihte belki de en çok Satürn-Plüton döngüsünde sıkıntı yaşanılmıştır diyebiliriz. İnsanoğlunun karşılaştığı en zorlu ruhsal deneyimlerin yaşandığı bu döngülerde, bu ikili arketiple rezonans içinde olan dürtüleri yaşamımıza entegre edebilmemiz oldukça güçtür. Astrolojide Satürn de Plüton da kötücül etkilerin ağırlıkta olduğu nitelendirmelerle anılırlar. Her ikisi de ölümle, korkuyla bağdaştırılırlar. Bu iki gezegenin sert açıları, sadece içimizdeki korkuların açığa çıkmasına değil, aynı zamanda diğer insanlardan şüphe, çekince ve korkularımızın da su yüzüne çıkmasına sebep olur. Bu yüzden, cesaretin yanında sabrın ve olgunluğun da gerekli olduğu bir süreçtir. Aksi takdirde, yıkıcı etkisi güçlü bir şekilde ortaya çıkacaktır. Zira bu döngünün derinlemesine işleyen bir özelliği vardır. Katı gerçeklerle yüzleşme zamanlarına işaret eder. Toplu ölüm ve kayıplar yaşanır.

Satürn-Plüton döngüsü, temel anlamda otoriter ve totaliter etkilerin güçlenmesini beraberinde getirir. Diğer insanların korkularından faydalanarak, onlar üzerinde hakimiyet kurma eğilimi artar. Bir söz vardır: “Kurt Puslu Havayı Sever”. Kaos zamanlarında ortaya çıkan bu kişiler toplumu yanlış yönlendirebilirler. Yıkıcı sonuçlara varabilecek girişimler, güç sahibi kişilerin erdem eksikliğinden kaynaklandığı kadar, toplumla, yönetilenlerden de kaynaklanabilir. Tarihte bu döngülerde, bazı toplumların bilinçaltı korkuları ve saldırganlık güdüsü ile hareket ettiklerini ve ister istemez bu kötü suçlara ortak olduklarını görürüz. Bunu, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Yahudilere karşı takınılan ortak tavırda görmüştük. Kolektif bilincin bu tarz arketipsel algılarla ve gölge etkileri ile çevrelendiği Satürn–Plüton döngüleri sırasında, bu güdüleri alevlendiren karizmatik liderler yükselişe geçer. Terörizmi diğer yöneticilerden daha iyi anladığını ve çözebileceğini, bu denli tehlikeli bir dünyayı daha güvenilir bir hale getirebileceğini iddia eden bu liderler, ulusların yıkıcı yollara başvurmalarına neden olacak etkiler yaratabilirler. Bu kitapta incelediğimiz gibi, Hitler ve Mussolini, Pinochet, İdi Amin, Pol Pot bunlardan sadece birkaç tanesidir.

Baskı yolu ile iç güvenliği sağlamaya çalışma ve bunu mazeret şeklinde ortaya koyarak alınan acımasızca tedbirler, faşizm ve terörle sert mücadele bu fazın ana özelliklerindendir. Kitle imha silahlarının tehdit oluşturacağı bir döneme ilerliyor olabiliriz. Kontrol ve birliği sağlamak zor olabilir. Bunu sağlamayı taahhüt eden otoriteler kişisel özgürlükleri kısıtlayıcı ve baskıcı yönetim uygulayabilirler.

Satürn-Plüton döngülerinin etkin olduğu dönemlerde milliyetçilik temasının vurgulu bir şekilde ortaya çıktığı, uç noktada yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa varan eğilimler görülmüştür. Son zamanlarda kimi ülkelerde ırkçı uygulamaların yasallaşması da bu yöne doğru kaymanın işaretçisi olabilir. Dünyada yaşanan ekonomik krizlerin bu süreci tetiklediğini, tarihi deneyimlerimizden biliyoruz. Sınıflar arasındaki gelir dağılımının bozulması, bazı güç odaklarını sistem karşıtı siyasi hareketlere, ulusalcı ırkçı ideolojilere yönlendirebilir.  Bu döngü “faşizm” kelimesinin sıkça telaffuz edileceği günlere doğru ilerlemekte olduğumuzun açık bir göstergesidir. Bu zamanlar siyasi ve sosyal konuların beyaz ve siyah olarak görüldüğü zamanlardır. Etnik temizlik kavramı Satürn-Plüton kombinasyonuna özgüdür. Bu döngülerde gücün karanlık yönleri ve merhametsizce kullanımı devrededir. Şiddet ve baskının organize bir hal alması gibi uzun süreli travmatik etkileri aktive olur. Kitlesel olaylar, büyük yıkımlarla sonuçlanan savaşlar ortaya çıkar.

Savaş Rüzgarları

Tarihte Satürn Plüton döngülerinin pek çok kez savaşlara ve kitlesel şiddete denk geldiğini görürüz. Örneğin Satürn Plüton kavuşumunun 1618 yılında başlayan döngüsüne 30 yıl savaşları denk gelir. 30 yıl savaşlarının sonlandığı 1648 yılına ise yine bir Satürn döngüsü denk gelir. Ne kadar ilginçtir ki 1914 yılı ile başlayan döngüde I. Dünya savaşı denk gelmiş, yaklaşık 30 yıl kadar sonrasında gerçekleşen Satürn Plüton karesinde II. Dünya savaşı başlamıştır. Bu döngü soğuk savaş dönemine de damgasını vurmuştur. 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler bombalandığında Satürn Plüton karşıtlığı vardı.Bu dönemlerde toplumların dini bakış açısını manipüle edecek otoritelerin etkileri ile iç içe geçmiştir. Tarihte Haçlı seferleri, cihatlar ve kutsal savaşlar ilan edilmesi bu dönemlerin karakteristik özelliğidir. Amerika’nın yerlilere soykırım uyguladığı 1874-76 yılları arasında yine bu agresif kare söz konusuydu. Gerek Satürn’ün, gerekse Plüton’un doğasında zorbalık, zalimlik ve şiddet uygulama vardır. Etkisi 2012 yılına kadar uzanan bu döngü, devletler düzeyinde kolektif korkuların ortaya çıkmasına sebep olacak cinstendir.

Günümüzde, petrol fiyatlarındaki değişimin ve istikrarsızlığın da bölge ülkelerinin toplumsal yapılarının sarsma olasılığından sıkça söz edilir. Satürn-Plüton döngüsü içerisinde, 1973 yılında bunun yaşandığını inceledik. Şimdi yine aynı iki gezegenin döngüsüne giriyoruz. Bu şartlarda petrol fiyatları önümüzdeki süreçte de dünya gündeminin en önemli maddelerinden biri olmaya devam edecek belli ki. Yeni enerji türlerinin bulunmaması halinde, tüketimin de giderek artması yüzünden, dünya belki de yakın dönemde petrol krizi veya yokluğu tehlikesiyle yüz yüze gelebilir. Bu enerji darlığı riski bizi farklı enerji kaynaklarına yönelmeye mecbur bırakabilir. Bunu darlık dönemini genelleme yaparak “enerji krizi” şeklinde ifade edebiliriz. Böyle bir dönemde,ekonominin daha da altüst olması, şaşırtıcı değildir.

Nasıl Sakınabiliriz?

Bunun en ideal yolu aslında bu yıkıcı enerjiyi içimizde barındırmamız ve bunu itici bir güç olarak kullanmamızdır. Gereksiz yere endişeye, korkuya ve paniğe kapılmamalı, sonunda zarar göreceğimiz çıkışlar yapmadan önce iyi düşünmeliyiz. Savunma güdüsüyle hırs ve şiddete başvurmaktan kesinlikle kaçınmalıyız. Bu ikilinin kombinasyonları geçmişten kalan acıların temizlenmesi sürecini sembolize etmektedir. Eğer üstesinden gelmeyi başarırsak, belki de geçmişte içinde bulunduğumuz olumsuzlukların yarattığı negatif etkilerden arınma şansını yakalarız. Hırslarımızı başka alanlarda boşaltarak ruhlarımızı geçmişin olumsuzluklarından temizleyebiliriz. Unutmayalım ki gezegenlerin döngüleri gereği başımıza gelenler kaderdir. Ama bununla nasıl baş edeceğimizi özgür irademiz sayesinde bizler seçebiliriz. Bu gezegen döngüsünün kendini daha gelişkin bir şekilde ortaya koyabilmesi için hepimiz üzerimize düşen rolü oynamalıyız. Gerçekten irademizi ve seçimimizi kararlı bir şekilde ortaya koyabilirsek, bu döngünün yarattığı şiddet ve yıkımın üstesinden gelebiliriz. Böylelikle kendimizi yeniden tanımlamayı başarmış oluruz. Mücadeleli bir döneme giriş yapıyoruz. Ama bu mücadeleden güçlenerek çıkmak, gücü sorumlulukla ve dozajında kullanmak, doğru alana yönlendirmek elimizde!

Zorlayıcı bir süreçte giderek ilerlemekte olduğumuz bir gerçektir. Bütün bunlarla er ya da geç yüzleşmemiz gerekecek. Ama bizim bu sürece vereceğimiz tepkiler, geleceğimizin nasıl oluşacağının belirlenmesinde önemli pay sahibi olacağı da bir gerçek. Savaşların bir çözüm olmadığını, tek başına hiçbir şeye sahip olamayacağımızı, kaynaklarımızı paylaşmamız, birlikte yönetmemiz gerektiğini, etrafımızdaki doğaya, bitkilere, hayvanlara ve en nihayet birbirimize sahip çıkmamız gerektiğini fark eder etmez, kendimizi daha iyi koşullara yönlendiririz. Böylelikle dünyanın işlevsiz yanlarını görerek bu gezegeni nasıl yapıcı bir şekilde kullanmamız gerektiğini öğrenebiliriz.

1980’li yılların başlarında kavuşum yaparak yeniay fazı oluşturan Satürn ve Plüton, 2009 yılı sonlarından itibaren kare açı yaparak bu kez son dördün fazı oluşturmaya başladılar. Yani, 1980’li yıllarda neler başladı ise, içinde ilerlemekte olduğumuz süreçte, onların son bir mücadelesini yapacağız demektir.

Satürn ve Plüton’un kavuşum yapmaya başladığı 1980’den beri ozon tabakasının kalınlığında doğal olmayan değişiklikler ölçülmektedir. Ozonun dikkate değer en düşük bahar zamanı seviyesi son yıllarda Antarktika’da kaydedilmiştir. İnsanoğlu önümüzdeki birkaç yılda, ozon tabakasındaki bu incelmenin yaratacağı sorunlarla daha fazla mücadele etmek zorunda kalabilir. Ozon tabakası özellikle kutuplarda daha çabuk inceliyor.

1980’lerin başından itibaren, başta Afrika’da olmak üzere AIDS vakalarında salgın düzeyinde artış görüldü. Bu hızlı artışta, Afrika‘da şehirleşmenin çoğalması, uzun yolculukların ve uluslararası seyahatlerin artması, seks alışkanlıklarının değişmesi, damardan uyuşturucu kullanımının artması önemli rol oynadı. İlerlemekte olduğumuz fazda, yani 2010’lu yılların başlarını etkileyen dönemde benzeri vakalar oluşabilir. Bu henüz bilmediğimiz türden bir virüs yüzünden salgınlara sebep olacak durumların oluşma riskine de işaret eder. Bu tip etkilerle karşılaştığımızda, başlangıcından itibaren ciddiye almalı, önlemci olmalıyız.

1980’lerin önemli olaylarını incelediğimde, bir başka şey daha dikkatimi çekmişti. Liderlere yönelik suikastler çok sayıdaydı. 30 Mart 1981 yılında Washington Hilton Oteli’nin önünde Amerikan Başkanı Ronald Reegan’a yönelik suikast girişiminde bulunulmuştu. 13 Mayıs 1981’de Roma’da San Pietro Meydanı’nda Mehmet Ali Ağca tarafından Papa II. Johannes Paulus’a saldırı düzenlenmişti. 6 Ekim 1981’de, Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, Mısır’ın bağımsızlığının kutlandığı tören sırasında silahlı saldırıya uğrayarak öldürüldü. 14 Eylül 1982’de eski Lübnan eski Devlet Başkanı veLübnan Falanjları Partisi Başkanı Beşir Cemayel bombalı bir suikast sonucu öldürüldü. Satürn-Plüton döngüsünün etkin olduğu 1981-84 yılları arasında çok sayıda diplomatın öldürülmüş olması da çok dikkat çekici. İçinde ilerlemekte olduğumuz Satürn-Plüton döngüsünde, dünyanın önemli liderlerine yönelik saldırılar düzenlenmesi riski de her zamankinden de fazla gözüküyor. Zira bu kez üç döngü arka arkaya geliyor ve gökyüzünde T-kare açı formu oluşuyor…

Öner Döşer