Son günlerde politikacıların gerek birbirleriyle, gerek halkla girdikleri diyaloglar medyanın ve kamuoyunun gündeminde. Birbirlerini acımasızca eleştiren politikacılar yalnız rakiplerinin değil  çeşitli  kesimlerin de hedefi oluyorlar. Bu hengamede kimselerin ilgilenmediği, benimse dikkatimi çeken şey: olayların içinde olan  politikacıların hepsinin erkek oluşu. Sahi kadınlar ve ve erkekler politikanın neresinde?

Latince olan “politika sözcüğünün anlamı” çok yüzlü­lük”tür. Günümüzde halkı yönetme sanatı olarak bilinse de ar­tık nerdeyse yalan söyleme sanatı olarak görülmektedir. İyi ya­lan söyleyen=iyi politikacı, yalan söy­leyemeyen (söylemeyen)=önemsiz politikacı, yalanı ortaya ça­buk çı­kan=kötü po­litikacı. Öyle ki; po­litikacı da halk da söylenen­le­rin, gerçekleş­mesi ola­naksız şeyler olduğunu bi­lir. Fakat bun­ları poli­tikacı söylemeye, halk dinlemeye de­vam eder.

Doğru üretilmeyen politikalar sonucu, yanlış yönetilen devlet, halkı yok­sullaş­tırır. Ülkemizdeki insanlar çok partili ha­yata geçişten beri iyi yö­netil­me­diği için; politikacılardan pek hazzetmez. Yuhalanan, meyve-sebze atılan, konuşturul­mayan, kürsü­den indiri­len, tartaklanan, hatta dövülen politi­kacılar malûmunuzdur. Halkın yanısıra, politikacıların birbi­rine uygu­ladık­ları baskı, had safhada­dır. İşçi Partisi mil­letve­kiliyken, mecliste, politi­kacı ar­ka­daşları tara­fından Çetin Al­tan’a yapılan linç giri­şimini bileniniz çoktur. 2000 yılında meclisteki bir kavga esnasında kalp krizin­den ölen poli­tika­cıyı ise bir çoğunuz anımsarsınız.

Bu kadar meşakkâte rağmen, neden politikacı olunur?

1. İktidarı (gücü) elinde tutarak, nüfûz sahibi olmak,

2. Hük­metme ego­sunu tatmin etmek,

3. Kendine ve yakınlarına çıkar sağlamak,

4. Ülkesine hizmet etmek.

 

Bir gazetede yayınlanan habere göre; bizim gibi kötü yö­ne­ti­len ülke­lerde değil; iyi yönetildiğini düşündüğümüz Avrupa ül­kelerinde de politi­kacılar en az sevilen grupmuş. Suratlarına pasta atılan, önünde çırılçıp­lak soyunulan, çürük yumurta, do­matese muruz kalan Avrupalı politikacıları TV’den izle­mişsi­nizdir.

Pek çok insanın gıpta ettiği, elde etmek için varını yoğunu ortaya koy­duğu politika mesleği, aslında zor bir iştir. Herkes, hemen her sorununda onları so­rumlu tutar.

Po­litika, bir erkek mesleği olarak nitelendirilir. Bu alanda kadınlar tüm dün­yada  sem­bolik sayılabilecek bir oranda yer alır.

Dünyadaki demokrasi ile yönetilen hemen her ülkede baş­bakan, cum­hurbaşkanları (devlet başkanları) er­kektir. Ba­kanlar ve milletvekilleri ara­sında kadın oranı ise en çok (bir kaç ülke­nin dışında, Örn; Norveç yüzde 40) yüzde 10’dur.

Politikada Kadın

Ülkemizde kadınların politikayla tanışması, dünya kadın­larının bir ço­ğundan daha öncedir.

70 yıllık süreçte kadınların bu alanda kat­tetiği yol, olması gerekenin çok uzağındadır. 2002 itibariyle Meclisteki kadın oranı ilk günlerdeki gibi yine % 4,5 tir. Bunun ne­deni, kadın­la­rın önünü tıkayan erkekler mi? Yoksa yete­rince mücadele et­meyen kadınlar mı? Risk alarak, çaba göstererek, mücadele edi­lerek bulunan noktadan ileri gidilemez mi?

Akla o zaman şu sorular geliyor:

1. Erkekler politikaya neden ilgi duyarlar?

2. Kadınlar politikaya neden ilgi duymazlar?

3. Kadın seçmenler hemcinsleri yerine neden erkeklere oy verirler?

Erkeklerin politikaya aşırı ilgisinin nedeni, nüfûz ve para sahibi ol­mak­tır. Nüfûz ve paraya sahip olmak istemelerinin ne­denlerinden en önemlisi, karısı ve çocuk­larıdır. Onların sa­hip olacakları imtiyaz, onun mut­luluğu olacaktır. Erkek poli­ti­kacı­ların eşleri, en az kocaları kadar ün­lenir, im­tiyaz kaza­nır. Başkanların (başbakan, cumhurbaşkanı) eşleri, “first leydi” ola­rak adlandırılır, bir film yıldızı kadar ilgi görürler. Politikanın bütün cefa­sını “aptal erkekler” çeker. Sefasını ise eş­leri ve ço­cukları sürer.

Yolsuzluk yaptığı için hapse düşen, siyasi gö­rüşü yü­zünden suikaste uğ­rayan, yuhalanan, dövü­len, üzerine bilû­mum zer­za­vat atılma durumları; politikacıların başına gelebilecek kötü olaylardır.

Kadınlara politikaya girmeme nedenleri sorulduğunda, alı­nan yanıtların başta geleni; “erkeklerin onları en­gel­lediği” şek­lin­dedir. Bunun haklılık payı vardır. Ancak kadınların po­liti­kada en­gellerle karşılaşmadığı gelişmiş ül­ke­lerde de durum ka­dınlar açısından parlak değildir. Erkek engelini aşmış çok sa­yıda kadın vardır.

Kadınlar, bilerek ve isteyerek politikaya girmez! Çünkü ka­dınlar; bu ka­dar sıkın­tıyı, aşağılanmayı, riski, dö­vülmeyi, hatta ölümü göze almaz­lar.

23.11.2001 Hürriyet Gazetesinde ilk ve tek kadın başbaka­nımız Tansu Çiller, nasıl başbakan olduğunu anlatıyor:

“Erkekler, Başbakan olayım diye peşimde koştu

Kadın politikacı olmak kolay değil. Ben profesörken çok popü­lerdim. Başbakan olayım diye erkekler peşimden koştu­lar. Sadece partimin değil, her­kesin üzerindeydim. Politikaya atıldı­ğım za­man, Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na girmesini istiyor­dum. Bu benim en büyük emelimdi. O dönemde parla­mento­daki çoğunluk, buna inanmadı. Bugün inanıyorlar. Par­lamento, be­nim İsrail ile imza­ladığım anlaşmalara karşı çıktı. İslâm dininde ka­dınlar, en üst otorite ola­mazlar. Bu yüzden beni kabul edebilmek için çok değişmeleri ge­rekti. Şimdi de ge­lip “Bu hikayeleri biz tez­gâhladık” diyorlar.”

(Kadın Başbakan, geldiği o noktaya kendi mücadelesi ile değil; erkek­le­rin katkısıyla geldiğini kendi ağzından anlatı­yor.)

Politika; göze göz, dişe diş mücadeledir. Hata yapanın af­fe­dilme­diği, basının adım adım izlediği, rakip parti taraftar­ları­nın düşman gör­düğü, bu kurt kapanına kadın, niçin girsin ki? Girecekse de mücadele etmeyi değil; bir po­liti­kacının eşi ola­rak girmeyi yeğler.

Onun için ideal olan; tırnaklarını ojeleyip saçlarını ve mak­yajını yaptı­rıp güzel giysi­le­rini giyerek politikacı kocası­nın ya­nında yer almasıdır. Amaç; politi­kanın her türlü avan­tajından yararlanıp hiç bir sıkıntısını yaşamadan başbakan, cumhur­başkanı, bakan, milletvekili kocanın yanında aynı gö­revi yapı­yormuşcasına itibar görüp birkaç göstermelik hayır işi ile göz boyayarak “Ay ne iyi kadın!” dedir­tmektir.

Politikacı eşleri, arenaya sürdüğü politikacı kocalarının gi­yimleri, saçı başı ile ilgilenip çok önemli bir iş yaptıklarını dü­şünürler. Çalıştığı bir iş varsa ayrılan bu kadınların iyi anne, iyi eş görünümünde fotoğrafçılara poz vermeleri, en bü­yük zevkle­ridir.

Lüks lojmanlarda hizmetçili, şoförlü, yüksek bir yaşam standardı yaka­layan politikacı eşi; dişiyle tır­nağıyla bu mev­kiye gelmiş, bin bir zorluğa gö­ğüs germiş politi­kacı kocasının ya­nında yurt dışı gezilerine katılarak uçak­tan halkına el sal­lar. Politikacı koca yurt­dışındaki görevinin ba­şında terler­ken, karısı en lüks mağazalarda alış­veriş yapar.

Diktatör olarak bilinen, geniş kitleler tarafından nefret edi­len, her an ölüm tehlikesi altında olan, politik yaşamları ha­piste son bulan veya öldü­rülen politikacıların eşleri ne du­rum­dadır acaba?

Yugoslavya’yı savaşa sokan, binlerce insanın ölümüne yol açan ve şu anda mahkûm olan Slobodan Miloseviç’in karısı, hâlâ lüks içinde yaşamak­tadır. Oysa kocasının iktidarı sıra­sında kürk koleksiyonu yapıyor, şişesi 8500 do­larlık şarapları içiyor, en pahalı parfümleri kullanıyordu.

Ayaklanma sonucu öldürülen Filipinler diktatörü Mar­cos­’un karısının, sadece 1060 çift ayakkabısı vardı. Saddam, Kad­dafi gibi politikacıların eşle­ri de alışverişlere yüz­binlerce do­lar harcıyorlardı.

Politika zor iştir. Bir politikacı, belli bir noktaya gelebil­mek için yıllarca parti örgütle­rinde çalışıp, parti liderinin gö­züne girmelidir. Bu insanlardan kaçı hedefe ulaşıyor? Çoğu, onca çaba ve riskin karşılığını alamadan poli­tika çarkında kaybolup gidiyor.

Bütün bunlara rağmen kadın politikacılar yok mu? Elbette var. Fakat onların bu işe yönelmelerinin nedenleri, erkekler­den fark­lıdır. Genellikle parti tabanından gelmeyen kadınla­rın poli­tikaya girme nedenleri:

• Çeşit olsun diye, partimizde kadın var desinler diye parti yöneticisi ta­rafından, popüler ve ünlü ka­dın­lar, hop diye başa getirilirler. (Hop! diye başa gelinecekse, kadın elbet ister.)

• Ailesi (babası) politikacıdır (İndira Gandi, Benazir Butto, Tayyibe Gülek).

• Güzel ya da seksi olduğu için: Özellikle Avrupada marji­nal partilerde kadın porno yıldızları aday olur (Cicciolina, Alessandra Mussolini).

• Parti liderine yakın olayı başaran kadınlar (Tansu Çil­ler)…

Ülkemizde kadın politikacıların en yoğun olduğu dönem, cumhuriyetin ilk yıllarıdır. Bunun nedeni; Mustafa Kemal Ata­türk’ün kadınları üretime, yaşamı paylaşmaya katma giri­şi­midir. Bu girişimler, bugün istenilen sonucu vermemiş; Ata­türk’ün imti­yazı ile meclise giren kadınlar, altmış beş yıl sonra o nokta­nın bile gerisinde kalmıştır.

Erkek politikacıların eşlerinin, film yıldızları kadar ilgi gör­düklerini söylemiştim. Özal döneminde Semra Hanım’ın elini öpmeden bir yerlere gel­mek çok zordu. Rahşan Ecevit’i bu ko­numun dışında tutuyorum. O, süs be­beği gibi kocası­nın arka­sında değil; yanında, partinin başkan yardımcısı sı­fatı ile aktif politika yaptı. Her türlü olumsuzluğa, eşiyle bir­likte göğüs gerdi. Yaptığı yanlışlar sonucu bir dönem büyük hakaretlere uğramış, buna karşı­lık onurlu bir di­reniş gös­termiş bir insan­dır.

Politikacıların aileleri her zaman zenginlik ve güven içinde ya­şamazlar. Acılar da çekerler. Adnan Menderes’in ailesi, baba­larını kaybettikten sonra kötü günler yaşadılar ama, en azın­dan bu uğurda ölmediler.

Kadın politikacılarımızın en ünlüsü, tartışmasız Tansu Çil­ler’dir. Büyük bir ülkede başkanlık yapmış bir kadındır. Tansu Çiller politikaya çok istediği, çalıştığı ve hak ettiği için değil; bir kadın ol­duğu için getirilmiştir. Cinsiyeti nedeniyle gelmiş, kendi performansı ile yükselmiştir. Zaman zaman cildi­nin güzelliği için yaptıkları, saçları, takıları, giysileri ile medya­mıza konu olsa da; o, bu işte erkek gibi mücadele vermiş, yum­ruğunu masaya vurmuş­tur. Çünkü cinsellik, bir yerden sonra para etmez. Güçlü olmak için, bir ka­dın için yadırgansa da o, masaya yumru­ğunu vurmuştur.

Erkek politikacıların eşleri, kocalarına çok bağlıdır! Bu ka­dınlar, başka bir ka­dınla aşk yaşadığı kesinleşen politikacı ko­calarına, her zaman tam des­tek verirler. Önceleri komplo, iftira diye nitelediği olay kaçınılmaz olursa “Onu affetim” diye hava atar, yuvasını yıkılmaktan kurtaran kadın pozlarına gi­rip ko­casının ilişkiye girdiği kadını suçlarlar. Buldukları yağlı kapıyı, onurlarını hiçe sayarak terketmezler.

Kadın politikacıların kocaları için ise; durum, farklıdır. Medyanın ve halkın gö­zünde onlar potansiyel dolan­dırıcı ve iş takipçileridir. Her an takip altındadır­lar. ‘First leydiler’ film yıl­dız­ları gibi pozlar verirken, onlar eşleri­nin yanında bile do­laş­mazlar. Erkek politikacı­nın karıları itibar ve imtiyaz gö­rürken, kadın po­litikacıların kocalarına hep şüphe ile bakılır.

Görülen o ki; kadınlar, politikaya isterse atılabiliyor, azimli olursa ba­şa­ralı oluyor. Başbakan (bakan, milletvekili, belediye başkanı) olduğu zaman cinsiyeti ile değil, kötü (iyi) politikaları ile anılı­yor.

Bir de işin seçmen boyutu var. Kadın nüfusu, erkek nüfu­sundan sayıca fazladır. Kadınlar, hem cinslerine oy vermezler. KADER adıyla kurul­muş der­nek, kadın politikacıları destekle­mek için vardır. Onların önerdiği aday­lar, kadınlar tarafından neden destekle­nmezler?

Bunun nedeni; kadınların politikaya karşı ilgisizlikleri­dir. Taylor Nalson Sofres Piar şirketinin 2002 yılında 17 ilde çeşitli kesimlerden kadın­lar ara­sındaki yaptığı araştırmaya göre: “Kadınların yüzde 28’i siyasi gelişme­leri hiç izlemiyor. Yüzde 6’sı solcu, yüzde 18’i sağcı, yüzde 50’si de kendisini mer­kezde görü­yor. Bu kadınlardan yüzde 31’i hiç gazete okumuyor, yüzde 25’i ise her gün ga­zete okuyor. Kadınların en çok okuduğu yayın ise, yüzde 32’yle magazin dergi­leri.”

Bu kadar az okuyan bir kesimin siyasete ilgi duymasını beklemek, saf­dillik olur.

Kadın seçmenler, mücadelenin erkek işi olduğunu biliyor ve risk alma­yan, yete­rince çalışmayan hem cin­slerine güven­miyor­lar. İşi, en iyi yapacak kişileri destekliyorlar. Bu kişiler arasında kadınlar, oldukça azın­lıktadır.

Başarılı olsun olmasın, ne şekilde gelmiş olursa olsun; po­litikaya giren tüm kadınları saygın buluyorum. Onlar özeldir. Onlar, kocaların arkasında, yanında değil; kendi başlarına halkın karşısına çıkmışlardır. Behice Boran, Sema Pişkinsüt gibi her şeyi göze alıp mücadele eden kadınlara selam ol­sun!

Kadınlar, dolaylı olarak bir şekilde daha politikada yer alır­lar; o da er­kek politikacılarla aşk (cinsel) ilişkilerine gire­rerek. Bazı kadınlar, politika­cıyla ilişkiye girerek, onun sağ­ladığı imti­yaz ve olanaklardan yararlanmak is­terler. Onlarla yakala­narak (basılarak), ünlü olmak için her yolu denerler. O kadın­lar, poli­tikacılara cin­selliklerini sunarlar. Bakan düşü­ren, istifa ettiren kadın­lar, ülke gündemine çeşitli biçim­lerde gelmişlerdir.

Evlilik dışı bir ilişkiyi yaşayan politikacının bu işi, bir gü­nün birinde ışığına çı­karsa, politik yaşamı genellikle biter. (Neden?) O, (erkek) karısına ve çocuk­larına bağlı olmak, çok ça­lışmak ve mücadele etmek zorundadır. O, bir baş­kasına aşık olamaz, seks yapamaz. Erkeklerin yaşamı, burada da bir cen­dere içinde­dir. Toplum ilgilendiren, onun cinsel yaşamı değil; iş yaşamı olmalıdır.

Konuk Yazar