Kocaman gözlerini açtın, yüzüme baktın ve kollarını uzattın, ben de sana uzattım kollarımı ve kucakladım seni. Her şey böyle başlayıverdi işte… Kendimden başka ilk beslediğim kişi sen oldun ilk altını temizlediğimde… İleriye dönük hayallerime kattığım, adına hayaller kurduğum ilk kişi yine sen oldun; çok komik ve basitti hayalim, ne zaman ben tutmadan yürüyebileceğin ve merdivenlerden yuvarlanmadan inebileceğindi…

Deneme tahtam oldun benim, bıkmadan, usanmadan, karşı koymadan. Doğru dediğim her şeyi doğru sanıp yapmak için çabaladın durdun, oysa ben de arıyordum doğruları, nereden bilebilirdim ki ilk denemede neyin ne kadar doğru, ne kadar yanlış olduğunu… İlktin sen, her kafadan ayrı bir söz çıkarken sadece seni çok sevdim ve sadece içimden gelenleri dikkate aldım, annemden öğrendiklerimi bir de zaten onun kıymetini de o zamandan sonra çok daha iyi anladım.

İki yaşında “artık genç kız oldun, çatal bıçakla yemek yemelisin” deyip, boyundan büyük çatalla bıçağı verdim eline… Masaya rahat yetişebil diye bir de kutun vardı üzerine oturduğun.

İki buçuk yaşında “artık hayatı öğrenmelisin, tek başına alışveriş yapabilmelisin” deyip en sevdiğin Eti Puf’larını kendin alabilmen için bakkalın kapısında bekleyip seni içeri yalnız gönderdim, sonra merdivenlerde oturup birlikte açıp keyifle yedik ilk alışverişinin ürünlerini…

Üç yaşında ise kocamaaaan bir abla oldun kardeşini verdim kucağına ondan sen sorumlusun diyerek, sorumluluklarını iyice arttırdım yani… Onu kucağına alma hakkına sahip olan tek kişi sendin…

Dört yaşında okullu oldun, pek de istemedin evden ayrılıp gitmeyi ama hayat bu ya, gereken her şeyi yapmalıyız… Mutsuzluğu yok etmek için okul kırma günleri yarattık seninle haftada bir gün… Bir başkasına kurallar koyup sonra da o kuralları yıkmayı öğrendim seninle, etrafımızdaki kimse bizi anlamasa da biz neyi niye yaptığımızı çoook iyi biliyorduk… Öyle hissediyorduk…

İlk gösterinde, olmak istediğin kişi bendim, sen karşımda ‘bumbum’ söylerken o güne kadar hiç sahip olmadığım bir özelliğe sahip oluverdim, artık sulu gözlüydüm. Allahtan okulun kameramanı vardı ve net görüntülere sahip olabildik…

 

Zamanın hızla akmaya başladığı dönem ise altıncı yaşınla birlikte geldi çattı. Hayatımız, okul açıldı, karne geldi, tatil bitti, okul açıldı şeklinde süratle geçen üçer aylık periyotlara bölündü… Kolejlere mi hazırlansak derken yeni bir sistem, sekiz yıllık eğitim çıktı… Hem ben, hem sen, hem o yeni… Ne yapmalıyım? Verdim yine bir takım kararlar, o güne kadar aldığın yola bakarak… Benim çok sevdiğim matematiği senin neden bir türlü sevmediğini anlamam, daha doğrusu senin benim kopyam olmadığını anlamam biraz zamanımı alsa da ve bu arada sana maalesef eziyet etmiş olsam da… Dedim ya İLK, birlikte öğrendik…

Genç kızlığa adım atışını parti vererek kutlamaya kalkıştığımda herkes bana deli diye baktı, biz de seninle aramızda kutladık ve sen hazırdın zaten bir kaç yıl öncesinden o güne, yani ille de o tokadı atmama gerek kalmamıştı sana… Annem de bana atmamıştı zaten.

Yaşadığım her şeyi seninle paylaşarak dönem dönem farkında olmadan kocaman yükler yükledim omuzlarına, çocuk saflığıyla bunların altından kalkmayı başarırken gerekmeyen bir zamanda gerekmeyen bir olgunluğa da eriştin… Özür dilerim ama İLK’tin…

Arkadaşım oldun, sırdaşım oldun, rakibim oldun, meslektaşım oldun, canım oldun, çocuğum oldun, öğretmenim oldun ve 16 Temmuz da 18 oldun…

Bana anneliği öğrettiğin, yaşattığın, kızım olduğun için sana çok teşekkür ederim. Bu arada bugüne kadar yapmış olduğum tüm hatalar için özür dilerken yenilerini de ilk kez seninle yapacağım için bir daha hata yapmayacağım sözünü asla veremem…

Seni seviyorum Miki farem…

Annen…

Konuk Yazar